RÖNESANS VE MODERN ÇAĞ DÜŞÜNÜRLERİNDE SANAT ALGISI

Bu hafta sizlere kısaca Rönesans ve çağdaş sanat algısından bahsetmek istiyorum. 14.yüzyıla geldiğimizde sanat anlayışının artık yavaş yavaş değişmeye başladığını görürüz. Orta Çağda genellikle din üzerine kurulan estetik ve sanat algısı burada yerini insan ve doğa odaklı bir anlayışa bırakır. Biz bu döneme Rönesans adını veriyoruz.

Rönesans sözcüğü kelime anlamı olarak 'yeniden doğuş' demektir. Antik çağ kültür ve sanatının yeniden gündeme gelmesi ve uygulanması olarak tanımlanır. 14.yüzyılda İtalya'da ortaya çıkar ve 16.yüzyıla gelindiğinde tüm Avrupa'ya yayılır. Rönesans terimi ise ancak 19.yüzyılda kullanılmaya başlar. Bu sebeple de dönemin ne zaman başladığı ile ilgili görüş birliğine varılamaz. Her ne kadar odak noktasının antikiteye öykünme olduğu söylense de bu dönem batı sanatının tekrar canlandığı ve özgün yaratıcılık gösterdiği bir dönemdir.

14.yüzyılda 'klasik modellerin etkisi altında canlandırma' kavramını ilk kez kullanan Petrarca'dır. Kendisinden öncekiler kültür tarihinin gelişimini dinsizliğin karanlığından İsa'nın ışığına doğru düzenli bir gelişim olarak tanımlarken o, Orta Çağı karanlık bir dönem olarak adlandırır. Boccaccio'da tıpkı hocası Petrarca gibi dini öğretilerin etkisi altında geçen bu çağı 'tozlarla kaplanmış köylük bir alan' olarak tasvir eder. O, Sokrates'in felsefeyi tekrar canlandırdığı gibi Giotto'nun da resmi canlandırdığını önemle vurgular. Bu dönemde edebiyat ve sanatın yanında doğa bilimleri de popüler hale gelir. Örneğin Rebalais bununla ilgili 'bütün iyi disiplinlerin sürgünden çağırılıp yeniden bağıra basıldığını' ifade eder. İşte edebiyattan sanata, sanattan doğa bilimlerine bu yayılış dönemin bir yeniden doğuş olarak ifade edilmesine neden olur. Resimde Giotto, edebiyatta Petrarca, mimaride Brunelleschi gibi isimler Rönesans'ta sanatın öncüsü olmuş daha sonra Leonardo da Vinci gibi isimler sanatın yanında doğa bilimlerine de yönelmişlerdir.

Rönesans sanat felsefesinden söz edilip edilemeyeceği kuşkulu olsa da Modern Çağ sanat felsefesine zemin hazırladığı muhakkaktır. Rönesans ne kadar Orta Çağın içinden çıkmış olursa olsun Orta Çağ feodal kalıplarını yıkmış ve insanın kendisini tanımasına olanak vererek çağdaş sanat anlayışına zemin hazırlamıştır. Gelin şimdi çağdaş sanat algısına kısaca bir göz atalım.

Çağdaş sanat anlayışına gelindiğinde sanat kavramı yavaş yavaş şekil değiştirmeye başlar. Güzellik ülküsü bireyselleşir ve sanat için bir zorunluluk olmaktan çıkar. Nitekim ilkel toplumların sanatlarında bile güzelin amaçlandığına dair elimizde bir veri yoktur. Estetik beğenin kaynağı artık sanat eserinde değil insanın hissettiğinde aranmaya başlanır. Güzellik algısı nesneye değil onu algılayan insanın hazzına dayanır. Filozoflar sanatı bir dizge değiştirme işlemi olarak niteler ve böylece gerçekliğin yeniden üretilmesi gibi düşünceler ortaya çıkar. Örneğin romantikler sanat eserini sanatçının kişisel heyecanının dışavurumu olarak yorumlarlar ve en büyük önemi sanatçının hayal gücüne verirler. Delacroix'nın 'Biz romantik olduktan sonra dağlar güzelleşti' sözü bu çerçevede değerlendirilir. Kant, insan zihninin dünyaya şekil verici olduğunu vurgular. Hegel'in geist yani tin kavramında da doğa zihnin bir eseri olup sanat yapısı gereği bilimden daha derin bilgiler verir. Çünkü bilim doğayı gerçek kaynağından yani tinden ayırır. Bu yüzden Hegel doğanın ancak sanatla anlaşılabileceğini iddia eder.

Sanat yapıtı Antik Yunan'dan günümüze kadar çoğunlukla çağın, coğrafyanın ve toplumun değer yargılarını yansıtır. Ancak sanatı her zaman bu sınırların içine hapsetmek doğru olmaz. Çünkü sanatı tarihin akışından bağımsız düşünmek olanaksızdır. Sanat bazen bu sınırları aşar ve kimi zaman geçmişin izlerini yansıtarak, kimi zaman ise geleceği ön görerek evrensel bir değer üretir.

Sanat felsefesi ile ilgili yazılarımın burada sonuna geliyorum. Dar bir alanda mümkün olduğu kadar siz değerli okuyucuyu sıkmadan sanatın ne olduğunu anlatmaya çalıştım. Umarım sizlere faydalı olabilmişimdir.