TRAKTÖR İLE BAŞLAYAN ÖYKÜ, DOĞUM İLE SONLANMAMALI...

Türkiye, gerek bireysel sporlar ve gerekse de takım sporları yönünden uluslararası düzeyde elde edilmiş birçok başarıya sahip bir ülke. Hele ki son yıllarda bu durum, artan bir trend yakalamış durumda.

Ancak şunu açık yüreklilikle belirtebilirim ki Türk Sporunun geçmişinde ve elde ettiği başarılarda kadın sporcular, erkeklere oranla çok daha fazla cefakardırlar ve hatta milli spor başarılarımızda kadın sporcularımızın emekleri ve hakları, erkeklere göre daha fazladır.

Peki, neden bu ayrımı yaptım? Hani kadın erkek eşitliği vardı?

Hayır! Hiç de öyle değil!

Türkiye'de 1950 yılının öncesine kadar nüfusun çoğunluğunun köylerde yaşadıkları ve buralardaki aile yapılarının da tarım dayanışması sebebiyle geniş aile türü olduğundan hareketle, kadını bu dönemlerde, genelde tarlada işgücü olarak kullandık. Bu nedenle, spora ayıracak vakitleri de yoktu. Bununla birlikte, erkeğin daha fazla hakim olduğu bir aile yapısına sahiptik. Yani kadın, istese de spor yapamıyordu. Çünkü vakti olmadığı gibi kültürel bakış sebebiyle babasının ve/veya eşinin izni de yoktu.

1950'li yıllardan sonra, traktörün Türk tarımında yaygınlaşmaya başlaması ile birlikte köylerde azalan işgücü gereksinimi nedeniyle, peyder pey kırsaldan kentlere göçler başladı. Yani; köy hayatı, nüfusun büyük bir bölümünü, artan oranda kentlere itmeye başladı.

Şehirler ise köylere göre daha acımasız yerleşkelerdi ve geçim sıkıntıları her geçen yıl artarak baş göstermekteydi.

Bununla birlikte yavaş yavaş ev ve tarla dışında bir hayata sahip olmayan kadınlar, artık zaruri olarak, tarım dışındaki iş kollarında da yer almaya başladılar. Ev ekonomisinin dirayeti bakımından bu süreç, günbegün artış gösterdi.

Öyle ki 'İlk Kadın' ile başlayan mesleklere, her geçen gün bir yenisi eklenmeye başladı…

Hal böyle olunca da sözüm ona kadınlar, ekonomik özgürlük bakımından güçlenmeye ve gündelik yaşamda fikirleri daha fazla alınan kişiler olmaya başladılar.

Sözüm ona dedim çünkü özellikle de spor alanında, onlara çok yakın bir tarihe kadar pek şans tanımadık. Kadının iş hayatındaki mesaisi biter bitmez bu defa da ev işleri mesaisi başlıyordu.

Yemek, çamaşır, bulaşık, temizlik, çocukların bakımı vs. daha birçok ev işi…

Ha unutmadan, biraz da kıskançlık…

Evet, evet… Kıskançlık…

Fakat Türk kadını, karşılaştığı bütün olumsuzluklara ve aile baskılarına rağmen, spordaki yerini almayı ve milli başarılarımıza katkı sağlamayı becerebildi.

İşte bu yüzden de bugün, Türk kadınının spor tarihimizde ve başarılarımızdaki hakkı daha fazladır diyorum. Erkeklere oranla çok daha az şans tanındığı halde sayısız başarıya imza attıkları inkar edilemeyecek kadar aleni.

Gençlik ve Spor Bakanlığımızın da yoğun emekleri ile özellikle son yıllarda Türk Sporu, kadın sporcuların sayılarındaki artış sayesinde her geçen gün daha fazla güçlü hale geliyor.

Sorumlu olduğum branş voleybol olduğu için yalnızca bu alandaki kadın sporcu artışı konusunda rakamlar verip, konuyu daha açık bir hale getirmeye çalışacağım. Diğer spor branşlarında da buna yakın veriler olması muhtemel olsa gerek.

Spor Genel Müdürlüğü tarafından belirlenen rakamlara göre Türkiye'deki lisanslı kadın sporcu sayısının son 10 yılda yüzde 255 artarak 3,5 katına çıktığı, bayan sporcu sayısının en çok arttığı branşın ise voleybol olduğu belirtildi. Türkiye Voleybol Federasyonu da, 2007'den başlayarak 2018 yılının sonuna kadar, sporcu sayısındaki artış sıralamasında ilk sırada yer aldı. Yine aynı verilere göre, 2007'de 352 bin 60 kişilik kadın sporcu sayısı, 2016 yılında 1 milyon 250 bin 685'e yükseldi.

Evet, veriler her geçen yıl daha fazla müspet hale gelmekte. Ancak hala olması gereken rakamlara erişemediğimizi ve alınacak daha çok yolumuzun olduğunu düşünüyorum.

Neden?

Çünkü bizim acilen aşılması gereken bir sorunumuz var ki bu sorun bana göre bütün branşların ortak sorunu. O sorun ise şu: kadın sporcuların çok büyük bir çoğunluğu evlendikten sonra sporu bırakıyorlar. Bunun çok sayıda sebepleri var ama en fazla öne sürülen gerekçe ise çocukların bakımı. Annelik içgüdüsü, haklı olarak spor sevgisinin önüne geçiyor.

O halde, pozitif ayrımcılık ile bu sorunu çözmemiz gerekiyorsa; hiç değilse spor salonlarının küçük bir bölümüne sporcu annelerin antrenman ve müsabaka saatlerinde gözleri arkada kalmaksızın çocuklarını emanet edebilecekleri devlet destekli kreşlerin açılması, bu sorunu en aza indirgeyerek, kadın sporcuların kariyerlerine devam edebilmelerini sağlamaz mı? Hatta belki sporcu annelik ek ödeneği…

Her bir sporcunun gelişiminde milli kaynaklarımızın sermaye olduğu göz önüne alınırsa, böyle bir çözüm; milli sermayenin de heba edilmeyerek, bu birikimden daha fazla yararlanılması anlamına gelir.

Böylece; daha nice Neslihan Demirler, Naz Aydemirler yetiştirmemiz hayal olmanın ötesine geçecektir.

Bu nedenle gelin, traktör ile filizlenen bu başarı öyküsünü doğum ya da benzeri bahanelerle sonlandırmayalım. Zira her alanda olduğu gibi sporda da Türk kadınına çok fazla ihtiyacımız var.