ÜÇLÜ HİKAYE II - KADIN

Çocuk, yediği okkalı tokatla bisikletini yasladığı açık otopark duvarına doğru savruldu. Başörtülü kadın habire bağırıyordu:

- Sen benim Ziyaa'mı sahapsız sandın herhal. İtin dölü seni. Urıspı çocugu.

Bir taraftan arkasında olan biteni titreyerek seyreden küçük oğlunu işaret ediyordu. Yırtınırcasına bağırsa da hırsını alamamıştı. Kocasını yana doğru ittirip sersemlemiş çocuğun sağ kulağından koparırcasına asıldı ve hemen ardından diğer eliyle sırtına bütün kuvvetiyle iki üç yumruk indirdi. Son darbelerle yere kapaklandı çocuk. Sesi çıkmıyordu… Kadın bir an derin bir uykudan uyanır gibi oldu. Ziya ona sesleniyordu sanki:

-Anneeeeeeeeeee! Anneeeee!.., kulaklarını tıkamak istedi. Ama yerde gözüne takılan kan sızıntısı ile iyice ayıldı. Kocası halen tekmeliyordu sessizleşen küçük kurbanı. Bu sefer adamının koluna asıldı.

-Yörü, gidelim çabuk, diye bağırdı. Öküz herif! Başımıza belaa mı açıcan?

Adam öfkeden kıpkırmızı suratı ile döndü aniden ve karısının üzerine yürüdü:

-Sen zorladın beni, ver çocuğa da biraz binsin diye. Akşama nasıl gidicem vardiyaya şimdi.

Kadın gerisin geri Ziya'nın eline yapışmıştı bile. Koşar adım uzaklaşırlarken, adam da zaman zaman arkasına göz atarak panik içinde seğirtti aşağı doğru.

XXXX

Kapıyı açtığında, Ziya o yıllardır istediği ancak bir anda hurda yığınına dönüşmüş bisikletin gidonuna yapışmış karşısında dikiliyordu. Gözleri yaşlı, dizlerine kadar çamura batmış, elleri, dirsekleri, alnında yara bereler, alt dudağının inceden yarılmasıyla süzülen kan kurumuş…

-Ne boh yedin yine, bu ne halın böyle! Oldu ilk sözleri kadının. Sarılamadı şöyle bir o küçük gövdeye olması gerektiği gibi; başını okşayamadı anne kokması gereken ellerle, yıkayıp saramadı çamura bulanmış yaralarını eziklerini; en kötüsü diyemedi pek tabii hurda yığınına bakıp da:

-Üzülme oğlum, yenisini alırız.

Kızmak ve öfkelenmek en iyi çözümdür aşağı mahallelerde. Zaten öyle olmasa çatlar gider tüm dünyanın düzeni. Kocana kızarsın, çocuklara kızarsın, komşuna kızarsın, hastanede doktora kızarsın, okulun öğretmenine, minibüsün şoförüne, alt katta ağlayan çocuğa… Dağıtmak gerek o negatif enerjiyi… Sonra Allah muhafaza…

-Ne diyecaz bubana şimdi? Nasıl gidecek gece nöbetine bu gece?

-Ana ben yapmadım ama… Alt geçidin orası var ya… Yukarı mahalleden bir abi var. O çarptı bana. Çukura yuvarlandım.

-Ne işin var senin kendinden büyüklerle, demedim mi sana gitme oralara diye, beklenen desteğe kavuşamıyordu bir türlü Ziya, annesi çemkirmeye devam ediyordu.

-Zaten, diye başladı gözyaşlarını yeniden akıtarak, bu sefer bilinçli, her gün uğraşıyor benimle. Düşürmeye uğraşıyordu ben kaçıyordum. Bu sefer hendeğe yuvarlandım. O da arkadaşlarıyla gülerek alay etti benimle.

İşte nihayet annesini yumuşatmayı başarmıştı. Yine de sarılma, yıkama, sarma, okşama gibi beklenen anaç hareketler gerçekleşemedi maalesef. Sadece kadının birikmiş tüm öfkeleri hedef değiştirdi ve yukarı mahalledeki kabadayı kılıklı bilinmedik abi-çocuk'a kilitlendi bu sefer.

Beş çocuk ve bir kocayla öylesi ilkel şartlarda hapis hayatı yaşatacağınız her kadın-insanın kapılacağı türden öfkelerdi onunkiler, çok iyi tahmin edebileceğiniz gibi…

Bu arada Baba da kapıda bitmiş ve Ziya'nın anlattıklarına (biraz da korkudan üfürdüklerine) kulak misafiri olmuştu. Yarım saate varmadan o 'abi'yi kıstırmışlardı mekanında.

Çocuk, yediği okkalı tokatla bisikletini yasladığı açık otopark duvarına doğru savruldu.

-Sen benim Ziyaa'mı sahapsız sandın herhal. İtin dölü seni. Urıspı çocuğu…