Bir seher vakti, gecenin kokusu hafif aralık pencereden içeri doluyor...
Zaman, su gibi akıyor kalbimin üstünden.
Yıldızlar, göğün en ışıltılı gecesini hediye ediyor yine. Ay, en güzel haliyle gezinmede. Bir arzı endam göğümde, bir güzellik sere serpe. Gökyüzü öyle güzel ki on bir yıldızın rüyasına girdiği bir çocuğun gözlerindeki, kalbindeki aydınlığı düşünmeden edemiyorum.
'Yusuf!' diyorum, sessizce. Yusuf!
Öyle güzel ki Yusuf, güzelliği kalbinin önüne geçmeye cür'et bile edemiyor.
Yusuf, çölde bir ceylan yavrusu.
Yusuf, çölün kumları adedince zerre zerre dağılan zamanın her katresine.
Yusuf sevgi!
Yusuf, özlem!
Yusuf aşk!
Yusuf öylece emre amade... Öylece...
Gün gelir, bir kıskançlığa kurban. Gün gelir, köle pazarında. Bütün kölelerin tek bir sahibi vardır oysa. Her köle bir gün asıl sahibini bulur. Ama Yusuf'un sahibi onu nerede olursa olsun bulur. Gül gibi saklar onu sinesinde, gül gibi korur. Öyle saklar ki kuyulardan saraylara, öyle saklar ki bir inci tanesi, bir zümrüd gibi.
Güneşin sıcağında buğdayların en gümrahı, başakların en güzeli olarak bir Züleyha içinde aşkla büyütür onu. Yusuf bir iç çekme, Yusuf bir ah'a dönüşür gün geçtikçe. Uzanan parmaklar her seferinde öylece durur durduğu yerde. Bir görülme isteği düşer Züleyha'nın kalbine, bir bilinme duygusu. Saçları uzar Züleyha'nın gece misali, gözleri birer yağmur damlası. Kirpikleri damla damla buz olur. Çöl bile ısıtmaz da o buzu bir ah esintisi alıp götürür o buzu.
Elleriyle kalbi arasında, aklıyla yüreği arasında, insanlarla Züleyha arasında sessiz bir sürtüşme başlar. Dillerde Züleyha'nın adı. Dillerde Züleyha Yusuf'a sevdalı.
Ve Züleyha, herkes bilsin ister içinde bulunduğu halin nasıl bir hal olduğunu. Herkes anlasın ister. Şehrin bütün kadınlarını çağırır bir gün. Ellerinde meyve tabakları, ellerinde bir meyve bıçağı, lokmalar daha ağızda yerini bulmamışken Yusuf görünür ortalıkta. Diller tutulur, bakışlar kilitlenir... Bıçak, meyveyi değil bakışları, meyveyi tutan parmakları keser...
Ve anlar ki herkes, gördükleri bu dünyaya ait değildir. Çünkü Yusuf herhangi bir Yusuf değildir.
Züleyha'nın içinde bulunduğu sürtüşmede galip daha baştan bellidir.
Her ne olursa olsun, hangi sürgün bir kalbe dokunursa dokunsun daha hiçbir şey hiçbir şeye dokunmamışken ve Züleyha elini daha Yusuf'a sürmemişken bellidir. Aşk savaşında herkes bilmelidir ki galip hep aşk'ın kendisidir.
Bir gündüz vakti, güneş öğle sıcağını hediye ederken şehre, kapıları kilitler Züleyha. Gölgeler iç içe geçer. Serinlik duvarların arasında sıkışıp kalır. Sesler kesilir. Ses bile kesilir. Bir arzunun çığlığı tepelerden düşen çığ gibi büyüyerek kaplar ortalığı. Züleyha'nın sürmeli gözleri, Züleyha'nın o siyah saçları, Züleyha'nın züleyhalığı gül kokusuyla harmanlanan bir rayiha halinde salınır. Bir Yusuf vardır şimdi gözlerinin hapsinde, bir Yusuf ki ne dese ne eylese iki elin pençesinde. Yusuf nasıl bakmıştır Züleyha'ya muamma ama bilinen odur ki Züleyha güçse de güç gerçekte Yusuf'ta.
Her güçlü asıl gücün önünde an gelir eğilir. Züleyha da reddedilmenin önünde eğilmese de gerçeğin önünde istemese de eğilir.
Bir ses, Züleyha'nın kalbini yırtıp geçer sesleri fısıltıyla bile olsa duyanın kulağına doğru. Yusuf, nefsiyle Rabbi arasında bir koşunun tam ortasında. Yusuf, köşeye sıkışmış aslanın yırtıcılığının tutsaklığa dönüştüğü bir hengamenin daha başlangıcında, bakışlarını nefsinden çeker. Rabbine iç sesiyle, Rabbine Züleyha'nın anlayamadığı ve belki de anlamak istemediği bir dille fısıldar. An durur! Zaman aksa ne olur. Her şey O'nun emriyle olur.
Yusuf: 'Rabbim!' der. 'Ben nefsimi ibra edemem. Muhakkak ki nefs bana sui olanı emreder.'
Rabbi görür Yusuf'un kalbini, bilir aklından geçeni, duyar kimsenin duymadığı sesini. Yusuf, yönünü Züleyha'dan çevirir.
Yusuf, sırtını Züleyha'ya, gönlünü Rabbine döndürür.
Züleyha, bir gönül çıkmazında, Züleyha reddedilmenin hırsında, acıyla arzunun, istekle kavganın, nefsin kıskacında... Uzatıverir elini Yusuf'a.
Elinde kalan arkadan yırtılmış bir gömlektir oysa.
Kapılar çalınıp da kilitler açıldığında ve gerçek arkadan yırtılmış bir gömlekle kendini açığa vurduğunda, zindanlar saray olur Yusuf'a.
Ve Züleyha düşer gerçekte utancın zindanına. Bir acı oturur içine. Saçları düşer omuzlarından, gece düşer Züleyha'nın saçlarından. Anlar ki Züleyha saçları süt kesiği lime lime elinde, lime lime üstünde. Nereye dönse acıdır gördüğü ne yana baksa utançtır hissettiği. Gözleri sürmelerinden azade süzülür Züleyha'nın. Rengi solar. Elleri düşer iki yanına ve anlar ki her arzu ardından gidilesi değil...
Bu olaydan seneler sonra kendine bahşedilen bir yeteneğin sonucu zindandan saraya çıkar Yusuf. O rüyaları en güzel haliyle tabir edendir. Sonrası ardı ardına sergilenen güzelliklerle doludur. Zoru veren kolayı da verirdi elbet. Acıyı veren almasını da bilirdi gerçek.
Ve Zaman, ne kadar eski olursa olsun. Anlatılan her hikaye bir noktadan itibaren sayısı artarak anlatılırdı. İçindeki insan sayısı kadar başka başka hikayeler çıkardı ortaya. Her biri kendini fısıldardı dinleyenlerinin, okuyanlarının dimağına. Züleyha'nın hikayesi, Yusuf'un hikayesi kadar ibret insanlara. Bir hikaye ki Züleyha olmasa anlaşılamayacak Yusuf. Bir hikaye ki Züleyha olmasa hiçbir Züleyha kendini ifade edemeyecek.
Ve yazıcı, yıldızlardan ve gecenin güzelliğinden yola çıkıp Yusuf'a uzanmışsa da anlatımında, Yusuf'un her an Rabbiyle olması mutlu olduğunun göstergesiydi. Zorda olsa ona çizilen kader de güzeldi. Ama Züleyha, asırlar geçtikçe ve zaman durmadıkça hep anlatılacaktı kulaktan kulağa. Her okuyan onu bir kez daha yorumlayacaktı. Her dinleyen onu bir kez daha yargılayacaktı aşkından dolayı. Çünkü insanların en kolay yaptığı ve en çok yaptığı şeydi başkalarını yargılamak. Bu yargılamalar çoğu kere acımasızdı ve o yüzden insan insandan uzaktı.
Ve Züleyha, zamanın gerisinden çıkıp gelecekti yine ve hangi zamanda olursa olsun, yargılayanları davet edip, ellerine meyve bıçaklarını vererek, insanların kendini anlamasını sağlayacaktı. Çünkü Züleyha, Züleyha olmasının dışında sıradan biriydi herkes için. Ama Yusuf, haşa!
O yüzden, Züleyha ibretti kendine...
O yüzden, bu yazı, yazıcının kalbinde vücut bulmazdan çok evvel yazılmıştı Yusuf'a...