ZEHİRİ ALTIN KADEHTE SUNARLAR""

İslamiyet'in, 610 yılında gelmeye başlamasıyla, bu yeni dini ve Peygamber'ini, Yahudiler ile Hristiyanlar tahammül edememişlerdir. Çeşitli hilelere başvurarak, insanların, bu dine ve peygamberine inanmasına engel olmaya çalıştılar. Yıllarca devam eden bu düzenbazlık, yeterli görülmeyince, her geçen gün değişik metotlara başvurdular. Sonunda savaşı bırakıp, Müslümanların inanış ve inanışlarına dayalı örf ve adetlerine, devlet, millet olarak var oluşlarına sağlayan değerlerine el atarak, zehirlerini altın kadehte sunmaya başladılar.

İlk Zamanlar Müslümanlar Kur'an ve Hadislerde, diğer dinlerin mensuplarından muhtelif saldırıların olacağını bildirildiğinden, ayık duruyorlardı. Hazreti Peygamber'in; 'Diğerlerine benzememe' ölçüsüne sıkı sıkıya bağlı idiler. Bu bağlılıktan dolayı savaşlarda Yahudi ya da Hristiyanlar hep yeniliyordu. Hem yeni dinin ilerlemesini engelleme, hem de bu yenilgilerin acısını çıkarma amacıyla çeşitli yollara başvurarak hedeflerine ulaşmaya çalıştılar. Bu çalışmalarında, özellikle Türkleri ön plana almışlardır. Zira Türkler, İslamiyet' in korunmasında ve ilerlemesinde, Müslümanların toprak, ülke, millet ve varlıklarının devamı hususunda üstün gayret göstermelerinden ve yine Müslümanların hamisi durumunda olmalarından dolayı hedef seçilmişlerdir.

Osmanlı' nın son dönemlerinde bu durum iyice su yüzüne çıkmıştır. Ülkeyi kendi evlatlarıyla içten yıkmayı düşünüp, bu planlarını uygulamaya koymuşlardır. Fransızca bir terim olarak Jöntürkler'i yani Gençtürkleri devreye sokmuşlardır. Onlarda kendi ülkelerinde, kendi devletlerine, kendi milletine güya aydınlatmak, hak ve hürriyetlerini daha iyi yaşamalarını sağlamak amacıyla devlet idaresine başkaldırdılar. 'Yaşasın vatan, yaşasın millet ve yaşasın hürriyet' gibi cümleleri slogan olarak kullanmışlardır. Onlar ve onlar gibi olanlar bindikleri dalı kesmişlerdir.

Yalanlarını, efendilerinin her türlü desteği ile yaydılar. Öyle ki; haramdan, günahtan ve ayıptan mikroptan kaçar gibi kaçan bu millet, şimdi neredeyse tanınamaz hale düştü. Öyle değil mi?

Haramlar çiğnenerek, günahlar yadırganmaz olmadı mı? Kadın erkek ilişkileri, arkadaş, ya da seviyeli birliktelik denilerek aile yuvalarının yıkılmasına sebep olmadı mı? Böyle konuşulduğu zaman çağdışılıkla yaftalanmıyor mu? Daha pek çok örnek getirilebilir. Ak ile kara karıştırılıp; günah ya da edep ve hayadan bahsetmek tutuculuk olarak kabul edilir hele düşüldü. .

Bu şeytani fikirlerle; demokrasi, adalet, eşitlik, insan hakları, özgürce yaşama, yaşam tarzı gibi konuları herkes kendine göre yorumlamıştır. Her şeyde cazibe ve değişiklik aranarak bu süse aldanılmıştır.

Maalesef; aklımız-fikrimiz, hakkı ve hakikati göremez hale gelmiştir. Bu sebeple süslenen haramlar ile günahların peşinden gitme, hak ve özgürlük olarak kabul edilmiştir. Bundan dolayı; fert, aile ve toplum hayatımızın zehirlenme belirtileri verdiğini hep birlikte şahit oluyoruz.

Şeytan denilen melun varlığın, insanı Allah' tan ulaştırmak için, yine insanı kullanacağını Allahü Teala haber vermektedir.

Şöyle ki: ' İblisi 'Rabbim! Beni azdırmana karşılık, ant olsun ki, yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim, içlerinde ihlasa erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım' dedi. (39/40)

'Şüphesiz, ahiret hayatına inanmayanların işlerini biz kendilerine güzel göstermişizdir de o yüzden bocalayıp dururlar' (Neml Sûresi/4)

Bu bilgiler ışığında, artık kendimize gelmeliyiz. Bir fikrin kimden, nereden ve neden geldiği artık bilinmelidir. Çünkü ecdadımız, vatanı düşmandan temizlerken, devleti kurarken, kıyamete kadar yaşaması ve neslinin düşmanlar tarafından aklen ve ruhen esir alınmamasını istemişlerdir.

Sağlıcakla kalın.