Merhaba güzel insan,

Seninle bir gün çıkartmayı planladığım kitabım için sakladığım bir anıyı paylaşmak istedim bu hafta.

2004 yılından Üniversiteden mezun olunca çok büyük mucize eseri kendimi 2 yıllığına ingilizce öğrenmek için aupair olarak İngiltere'de buldum. Bu hikaye vatanıma dönmeme 3 ay kala son yaşadığım evden.

Yazıyı 16 yıl önce Hilal nasıl yazdıysa öyle sunuyorum kalbine.

Tüm samimiyetimle kalbimden kalbine.

6/04/2006

Londra

Dün ne güzel herşey yolunda gitmişti, kahvaltıdan sonra bulaşığı

yıkamış, salona Yanoş'un yanına gitmiştim, o radyo dinliyordu bende

uzanmışım. Gözümü açtığımda uyumuş kalmış olduğumu fark ettim,

hemen gözlerim Yanoşu aradı , o ne yapıyordu acaba? Allahtan oda

oturduğu koltukta uyumuş kalmıştı, üzeri açıktı içim cız etti, hemen

kalktım yerimden, koltukların üzerine örttükleri örtülerden birini

aldım ve üzerine örttüm, yavaşça uyanmasın diye böylece bende o

güzellik uykusu dedikleri tadına doyulmayan öğlen uykuma devam

edebilirdim ki ilk defa başıma geliyordu. Öyle öğlen öğlen yapacak bir

işin olmayacak, salonda, onların salonunda, ayaklarını uzatıp uyuyacaksın. Tam işte o anda üstünü yavaşça örterken, gözünü açtı

ama ben yinede kalktığım koltuğa geri döndüm.

Nedendir bilmiyorum , bahardan mı, saatlerin 1 saat geriye

alınmasından mı, karnım ağrıyor ondan mı, yoksa okula gidemiyorum ve

bütün günde ders çalışamıyorum ondan mı, yoksa hepsinden mi

neydense, bir türlü sabahları kendime gelemiyorum, son bir haftadır

öyle bir yorgunluk varki üstümde sanki ölü toprağı serpilmiş.

Belki biraz dışarı çıksak şöyle yürüyüp parka gitsek, normal olan tüm

çocukların yapmak isteyeceği gibi, kendimi temiz havanın, gözlerimin

görmeyi, ummayı unuttuğu, o güzelim güneşin sayesinde kendimi iyi

hissedeceğim ama nerde!

Çocuk dışarı çıkmak istemiyor, hadi gel futbol oynayalım diyorum

yok, çıkıp yürüyelim parka gidelim, yok, yürüyüş yapıp hemen geri

dönelim, ya bari köşeye kadar gitsek yok, yok Allah yok, zaten

çocuk anladımı sen bir şeyi yapmayı gerçekten çok istiyorsun, hiç

şansın yok, asla onu yaptırmayacaktır. Hava bu kadar güzelken

sürekli evde oturup sürekli yenildiğin oyunları oynamak, oynamak

zorunda olmak çok sıkıcı. O kurşun askerler, o güzelim kılıçlar,

kalkanlar, uçaklar arabalar, yığınla renkli fotoğraflı kitaplarla

oynarken tek düşündüğüm erkek kardeşim BAHADIR. Bazen işim

kolaylaşsın diye karşımda o varmış gibi hayal ediyorum. Onunla

oynuyorum kılıçla kalkan, onunla savaş düzenleri kuruyorum, ve hep

aklıma , tahta parçalarından yapmaya çalıştığımız, üzeri kıymık dolu

kılıçlar geliyor. Ne kadar güzel oyunlar oynardık ya Rabbim, annemiz

babamız sürekli fakir olurdu bizde çalışmaya giderdik, yalancıktan

ayakkabı boyardık, inşaatlarda çalışırdık, ama mutlaka okula gider

derslerimize çok çalışırdık. Oyundayken bile bilirdik okuyacaktık.

Küçük olduğumuz için evciliklerde, bulduğumuz her işi, yada sokakta

çocukların yaptığını gördüğümüz işleri yapacaktık ama gerçek

hayatta üniversitelerimizi bitirip gerçek birer iş sahibi olacaktık.

Neyse dediğim gibi evciliklerde deli gibi çalışır para biriktir sonunda

hep çok zengin olur ve tüm fakirlere yardım ederdik, galiba tüm

evciliklerin sonunda üçümüzde doktor olup, fakirlere ücretsiz bakan ;

zenginlerden bira fazla alan bir hastane kurardık.

İşte şimdi Yanoşla oynarken üzülüyorum , kardeşimin çok ısrar ettiği

ve oynamayı red ettiğim anlar aklıma geldikçe. Yanoşun oynadığı gibi sürekli birilerini öldürüp boğazlarını kesmiyorduk yada sürekli

hep yenmek istemiyorduk, oyun oynuyorduk!

Ama Yanoş hep yenecek hep yenecek. İki grup asker ayırıyoruz

kendimize, benim askerlerim çok onunkiler az, böylece yendiğinde

çoğunluğa karşı yenmiş olacak, ayrıca ben ona füze fırlattığımda

onun hemen görünmez kalkanı olacak, benim füzem o kalkana çarpıp

tekrar kendi askerlerini vuracak, eğer görünmez kalkan yoksa , yolda

kendi kendine patlayacak,

-hayır motor sağlam patlamayacak, onun askerlerine çapacak

-ama yok mutlaka benim askerlerim ilk kurşunda ölecek, çünkü onun

mermileri daha hızlı,

ben-benimkilerin uçma gücü var

Yanoş-hayır yok sadece benimkilerin var!

ben-ama bu haksızlık!!!

Yanoş-ama bu benim oyunum!

ben-ama bunlar benim askerlerim!!!

Yanoş-banane benim oyunum!!!

oyun değil sadedce sinir harbi, artık alıştım sürekli yeniliyorum, oda

çok mutlu oluyor.

Hatırlıyorum Adıyaman'a yeni taşınmıştık, sene 1991, sütlü imamağa

mahallesiydi, Karate- kid'i seyretmiştik, en çok aklımızda kalan

iyi bir karateci olmak için, arabaları cilala parlat yöntemiyle

temizleyeceksin, ya da çitleri aşağı yukarı tam bilekten kuvvet alarak

boyayacaksın.

Tabi bizim arabamız yoktu, olmamasıda umrumuzda değildi, turuncu

sandalyelerimiz vardı , dış kapını hemen girişinde sol duvara dayalı,

üçümüzde sandalyelerin önüne oturup, sandalyelerin oturma kısmını

siliyormuş gibi avucumuzun içiyle , bir elle cilala, diğeriyle parlat

yapardık ve mutlaka cilala parlat kısmını hareketlerimizle birlikte

beraber tekrarlardık. Cilala parlat, cilala parlat, cilala parlat...

Eminim eğer bahçenin önünde Amerikan fimlerinde olduğu gibi çit

olsaydı elimizde fırça varmış gibi onuda yapardık...

Neyse tüm oyunlarda yenilmeme, o güzelim günde dışarı

çıkmamamıza rağmen , dün güzel bir gündü, akşam İrene geldikten

sonrada hemen dışarı çıktım, biraz daha evin içinde kalsaydım

patlardım heralde. Aslında direk internet cafeye gittim, çünkü iki gün

önce kariyer.nete üye olmuştum (Daha sonra orada 3 yıl sektör yöneticisi sonrada tüm satış operasyonlarının eğitmeni olacağımı bilmiyorum) ve gördüğüm tüm ingilizce bilen

diye başlayan iş ilanlarına cv mi göndermiştim. Ve ne olur ne olmaz

diye kontrol etmek ve CV göndermeye devam etmek istiyordum. Birde baktım ki birtane cevap gelmiş, inananamadım, etrafıma baktım,

tekrar bilgisayarın ekranına baktım, sevincimden azıcıktan azıcıktan

sıçramaya başlamıştım ki tam karşımda siyahi bir çocuğun bana bakıp

güldüğünü gördüm, umrumda değildi, sonra nefesimi topladım ve

mektup şeklini gördüğüm yeri tıkladım. Yabancı bir şirketti ve cevapta

ingilizce gelmişti. Cvnizi değerlendirmeye alıyoruz, en uygun fırsatta

sizinle tekrar haberleşecegiz diyordu (Bir daha hiç haber alamayacaktım). Çok sevindim. Alacakları kişi bir

kişiydi ve milyonlarca kişi içinden bana cevap yollamışlardı (ne kadar

safsam). Sevincimden galiba mesajı 5 kere okudum, şirketin ana

sayfasına girip faaliyet alanlarını iş kolları, ürün işe alım gibi her türlü

önemli bilgiyi ingilizce ve türkçe olmak üzere ikişer kere okudum.

Sonra bir baktım bir mektup daha , bu sefer bizimkilerden, bir Türk

şirketinden. Cevapda cv mi işleme aldıklarını ve enyakın zamanda

bağlantıya geçeceklerini söylüyordu, tabi ağzım kulaklarımda onu da

baya bir okudum sonrada bir güzel şirketi inceledim, sonra yeni gelen

tüm ithalat ihracaat iş ilanlarına başvurdum ve böylece tam iki saat

sonra internet cafeden çıktım geldiğimde Irenenin Mısırlı Müslüman

erkek arkadaşı Muhammed salonda oturuyordu.( Ah ona İrene'le ilgili çok dikkat et

çok kötü bir oyunun, yalanın içindesin diyemedim)

O geldiğinde İrene yeniden 18 yaşına dönüyordu bence istesede

istemesede, yanakları pembeleşiyor, hareketleri yumuşuyor ve

boyuna gülümsüyor.... Seni düşünen birisi olması güzel olsa gerek... Hafiften

İmreniyorum, ufaktan bir muhabbetten sonra yalnız olarak yalnız

odama giriyorum, kapıyı kapatıyorum.

Biraz ders çalışıp yatacağım artık(o zamanlar kendimle olmayı yanlızlık zannediyorum). Son aldığım advance kitabımı

alıyorum elime, boşluk doldurmalar, cümlelerdeki yanlışları

bulmalar, hiçbirisi daha önce görmediğim şeyler, yeni kelimeler ve

gerçekten zorlar üstelik, kitabın arkasında cevap anahtarıda

yok...Yapıyorum, yapamıyorum,zorluyorum kendimi, bir süre sonra

zaten yorgunluktan gözlerimi de açamaz olunca , yatağa giriyorum,

radyo dinlemek bile yorucu geliyor sadece Angelanın Külleri'ni

okuyorum biraz daha, zaten bütün gün boyunca elimden

bırakamıyorum, her boş olduğum saniyede onu okuyorum, bazen

çorba yaparken, bir elime kitabı alıyorum bir elimle çorbayı

karıştırıyorum. Türkçesini okumuş ,

filmini seyretmiştim ama ingilizcesi bir daha güzel bir daha anlamlı

geldi. Her kelime her cümle beynimde bir yerlere işleniyor sanki...

galiba sadece 3-4 sayfa okudum sonra kitabı yatağın hemen

yanındaki radyounun üzerine bırakıyorum, iki yudum su içiyorum,

duamı ediyorum ve tüm bunların üstüne Allaha şükürki uyuyorum. 6,30 da telefon çalıyor, uyanıyorum, uyanmak istemiyorum ama

biliyorum ki gözümü kapatsam herşey için çok geç olmuş olacak ve

niye bukadar yorgunum bilmiyorum, kendi kendime bugün son gün

diyorum , yarın okula gidebileceksin, ayrıca Hasanın doğum günü

sonra güzel bişeyler yapabiliriz diyorum kendi kendime hadi kalk,

kalkıyorum, tuvalette kimse yok hemen tuvalete ordan banyoya

geçiyorum, elimi yüzümü yıkayıp, dişlerimi fırçalıyorum bir an önce

çünkü dişlerimi fırçalamadan günaydın bile demek istemiyorum, tam

yüzümü yıkarken bir ses geliyor anlamıyorum, ama hemen kafamı

uzatıp kapıdan bakıyorum kimse yok, sonra hemen odama

geçiyorum. sormuyorum İrene acaba bana mı seslendi diye çünkü

çoğunlukla anlamadığım bir şeyi ne olur ne omaz diye sorduğumda

aldığım yüz ifadesi ve ses tonuyla kendimi sadece salak gibi

hissediyorum, hayır Hilal sana demedim, ne oldu bişey mi oldu

diyecek ve niye sürekli telaşlı olduğumu

anlamadığını belli eden o yüz ifadesiyle bana bakıcak.

Her sabah yaptığım sabah egzersizlerimi yapıyorum, her iki dakikada

bir saate bakıyorum aman geç kalmayım gidip kahvaltıyı hazırlayım

diye üstümü değiştirip aşağı iniyorum.

Biliyorum İrene mutfakta sesler geliyor bir nefes alıp içimdeki tüm

üzüntüyü midemle diyafram arasında bir yere sıkıştırıyorum, mutfağa giriyorum...

Bu yazıyı sizinle paylaşmadan önce okuduğumda oğlumla neden aşkla oyun oynadığımı daha iyi anladım. Oyun oynamış, oyunu yaşamış, oyunun keyfine varmış ve sonra oyuna aç kalmış bir kız çocuğuyum hala. Ve oğlumla oynarken 38 yaşındaki kadının içinden o kız çocuğunu çıkarıyorum ve birakiyorum ikisi oynasinlar. Oynamaya doysunlar.

Şimdi kalbine bir kaç soru bırakıyorum güzel insan? Hangisi sana daha yakın gelirse onu ek kalbine, hemen cevap verme✨

Peki ya seni içinde ki çocuk nasil? En çok neye aç? Ne oynamak ister doya doya? En son ne zaman özgürce ve sınırsızca izin verdin içinden çıkmasına ?

Sevgilerimle.