Güzel insan ,
Bir derdin var değil mi? Biliyorum var. Benimde var.
Sana derdini çok sev diyeceğim bu yazımda ve niçin öyle dediğimi de anlatmaya çalışacağım.
Derdin varsa;
Derdine kahrol, Derdine üzül, derdinden duvarları yumrukla!
Sonra kalk ayağa ve derdini sev.
Öyle sev ki amacına dönüşsün.
Yani yaşasın ne güzel de derdim var değil. Bu değil. Çünkü derdinden geçinen çok insan var öyle olma.
Derdine 4 elle sarılman, derdini sahiplenmen, onda amacını keşfetmen ve içinden zaferlerine çıkman için derdini sev.. Çünkü zaferlerin orada yatıyor ve kalbin o zaferlere ulaşmayı büyük bir hasretle bekliyor.
Derdini böyle sevdiğinde, orada umutsuzluk bulamazsın, orada bahanelere yer yoktur. Orada çözümler, orada çaba, orada istek ve azim vardır.
Şimdi bir dertten bahsedeceğim sana güzel insan, adı Erbeyli Katliamı (İncirliova/Aydın);
Erbeyli Katliamı
Her gün oradan geçiyorsun belki, çığlıkları duyuyor musun?
20-21 Haziran 1919 gecesi, Türk Müfrezesi bir ağır Makineli tüfek ve 70 kişilik kuvvetle, Erbeyli istasyonu yakınındaki, Yunan askerlerinin bulunduğu hangara hücum ederek, düşmanla şiddetli bir çatışmaya girmiştir. Bir müddet sonra Türk müfrezesinin arkasında da silahlar patlamaya başladı. Yunan kuvvetlerinin bir kısmı Erbeyli köyünün içinde oturuyormuş silah sesi üzerine yetişip Türk güçlerini arkadan iki ateş arasına alıyorlar. Hangarda bulunan Yunan müfrezesinin yardımına bir Evzon taburu geldi.Makineli tüfeği kullanan onbaşı vurulup hayatını kaybediyor. Erlerden birkaçı yaralanıyor. Ortalık aydınlanmadan çekilmenin daha hayırlı olacağını düşünen müfreze kumandanı Bakırköylü Teğmen Kadri Bey, Makineli tüfek subayı ve erleri kuzeye dağ yönüne, diğerlerini de güneye ovaya gitmek suretiyle ikiye bölüyor. Müfreze kumandanı ile beraber ova istikametini tutanlar, Osmanbükü Gemisi ile Menderes Nehrini geçerek Çakmar çiftliğine ulaşıyorlar. Üç saat devam eden çatışma sonunda, Türk tarafında 7 ölü ve birkaç yaralıya karşılık Yunanların 30 başka kaynaklara 80 ölüsü ve 40 yaralısı vardır.
Daha sonra Yunanlar yaralı ve ölüleri trenle Aydın'a getirip Türk halkına gösterdiler. Aynı gün Erbeyli ve civarında ele geçirdikleri 72 Türk vatandaşı ile Germencik ve İncirliova'da silahsız Türk vatandaşlarını öç almak için öldürmüşlerdir.
Bak şimdi kendi tarihçilerinin notlarını paylaşacağım seninle.
Britanyalı tarihçi Arnold J. Toynbee, 15 Mayıs 1919 günü İzmir'in Yunanlar tarafından işgalinden sonra organize bir şekilde 'vahşet'lerin yürütüldüğünü yazdı. Toynbee,Yunanların İzmit, Yalova ve Gemlik bölgelerinde yürüttüğü zulme tanıklık ettiğini ve söz konusun bölgelerde evlerin yağmalandığını ve yakıldığını belirtti. Marjorie Housepian, Yunan işgali altındaki İzmir'de
4000 Müslümanın öldürüldüğünü yazmıştır.
Ayrıca, Henry Ford, İzmir'den Konya'ya kadar olan bölgede Yunan askerlerinin Türk kadınlarına çok sık bir şekilde tecavüz ettiğini belirtmektedir.Eskişehir ve Afyonkarahisar'da Yunan askerleri Türk halka şiddet uygulamıştır.
Şimdi sana derdini seven onu değistirmek için herşeyi yapan Topçu Teğmen Selahattin ile tanıştırmak istiyorum.
Fransız uçakları 15 Ağustos günü sabahın ilk ışıkları ile birlikte Kurttepe civarında keşif uçuşlarına başladılar. Tanklar, piyadeler ve süvariler de bölgeye hareket etmişti. Sülüklü pınarın orada bulunan topların birisi geri çekilemedi, düşmanın eline geçti. Diğer top ise tepeyi aşırılarak, daha aşağıda bulunan Çakıt vadisine doğru çekilmeye başlandı. Fransız uçaklarından ürken top mandalarının bağrışarak kaçmasıyla panik baş göstermiş, Topçu Teğmeni Selahattin, bir yandan yuvarlanan topu kurtarmak diğer yandan düşmana karşı koymak isterken her taraftan atılan kurşunlarla olduğu yere yığıldı.
Ağzından kanlar gelmeye başladı. Murt çalıları, karaçalılar, meşeler, çam ağaçlarının bulunduğu yerde kelebekler ve arılar, sinekler uçuşurken gözünün feri söndü, son nefesini verirken 'yandım anam, Allah'ım' sözlerini zor fısıldıyordu. Düşmanlar, Selahattin'in cesedi ve yanı başında duran topun yanına kadar geldiler.
Gözü dönmüş düşmanın Selahattin'in başını kestikleri, top ile birlikte beraberlerinde götürdükleri haberi alındı. Şehir içinde, sanki zafer kazanmış gibi Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı yere getirildiği, 'Selahattin'in kesik başı ile topun birlikte dolaştırıldığı, intikam çığlıkları atıldığı' haberi alındı.
16 Ağustos 1920 tarihinde gerçekleşen olaydan sonra Türk tarafı Fransız kumandana sert bir nota vererek Selahattin'in kanının yerde kalmayacağı bildirildi.
Düşman üstün güçleriyle Kurttepe'yi, Kireçocağını da alarak Karahan'a kadar gelmiş, etrafı yakıp yıkarak geri Adana'ya dönmüştü...
Sonra ne oldu biliyoruz ama tam olarak idrak edebiliyor muyuz ondan emin değilim.
Biz tüm o derdi öyle bir sahiplendikki, bebesiyle soğukta donan Şerife Bacı olduk ama orduya silah taşımaktan vazgeçmedik.
Şerife Bacı ve minicik kızıyla tanış lütfen;
Tarih 1921 yılının son günlerini gösteriyordu. Kurtuluş mücadelemiz başlamış, genç-yaşlı, kadın-erkek demeden herkes bu mukaddes görev uğruna cepheye koşmuştu. O gün, İnebolu'dan en kağnının cephane yüklenerek Kastamonu'ya doğru yola çıkması gerekiyordu. Hava şartları kötüydü; her yerde kar ve fırtına vardı. Sırayla kağnılara cephaneler yükleniyor, yüklemesi yapılan yola çıkıyordu.
ELİF'İNİ SIRTINA BAĞLADI
Şerife Bacı, köyde bakacak kimsesi olmadığı için biricik kızı Elif'ini yanına aldı. Elif ağlıyor, Şerife Bacı onu susturmaya çalışıyordu. Elif'in karnı acıkmıştı. Şerife Bacı, kızını emzirdi. Bu sırada Şerife Bacı'nın kağnısına top mermileri yüklenmişti bile… Ona yol verildi. Şerife Bacı yükünü aldı ve yola koyuldu.
YORGANINI MERMİLERİN ÜZERİNE ÖRTTÜ
İşi kolay değildi. Sırtındaki yük, kağnıdaki yükten daha fazlaydı. Düşman saldırıyor, askerimiz cephane bekliyordu. Şerife Bacı, İnebolu çıkışında kağnıyı durdurdu. Oraya kadar sırtında taşıdığı kızı, ciğerparesi Elif için top mermilerinin arasında yer ayarladı. Bir tek yün yorganı vardı. Onu da top mermilerini ve kızını yağıştan korusun diye kağnının üzerine örttü. Sonra tekrar kağnı başına geçip 'Bismillah' diyerek öküzleri çekmeye başladı, ilerledikçe öküzler yoruldu, Kara öküz gitmez oldu. Şerife Bacı yalvardı: 'Aman koyma beni yollarda... Yiğitlerimize cephane gerek… Ben de yardım ederim sizlere, yeter ki durmayın.' Şerife Bacı, öküzlerin yularını arabanın okuna taktı. Sonra kara öküz tarafına geçip eğik boyunduruğa öyle bir yüklendi ki kemikleri sızladı. Şerife Bacı'nın karnı açtı, hayvanlar da açtı. Onlara vermek üzere ağaçtan kuru kabukları topluyordu. Sonra biricik yavrusu Elif aklına geldi. Şerife Bacı, kendi kendine 'Elif uyanmadan Kastamonu'ya varabilseydim' diye söylendi.
'OĞULLARIMA SİLAH GEREK'
Kar ve tipi yolları tıkıyordu. Kurtların uluma sesleri geliyordu. Birden Elifin ağlaması duyuldu. Hıçkırıklara karışan bu feryat, Şerife Bacıyı kendine getirdi. Kağnıyı durdurdu, yorganı açtı 'Elifim, yavrum, yetimim, nerdesin yavrum?' diye seslendi. Şerife Bacı, Elif'in sesini duyuyor ama onu göremiyordu. Çok korkmuştu. Yavrucak otların arasındaydı. Onu güzelce sardı, kokladı, okşadı. Üzerini sıkıca örttü. Tekrar aceleyle yola çıktı. Kara öküz gitmiyor, Şerife Bacı kahroluyordu. Kara öküze 'Ne olur koyma beni yollarda. Oğullarıma silah gerek…' diye fısıldadı. Bebeğin çığlıkları duyuluyordu. Şartlar gittikçe ağırlaşıyordu. Şerife Bacı'nın soğuktan gözleri kısılmıştı, titriyordu… Ayakları kaydı, yere düştü. Ayakta bile duramaz hale gelmişti. Elleri tutmuyordu. Zor doğruldu. Sesi kısılıyor, kayboluyordu. Yavaş yavaş donmakta olduğunu anladı ve 'Allah'ım ne olur yardım et. Koma beni buralarda… Yavruma acı, askerlerimize acı' diye dua etti… Biraz daha ilerlediler. Aman Allah'ım, uzaklarda şehrin dışındaki Kastamonu kışlasının dumanları gözüküyordu. Tam o sırada öküzler yine durdu. Artık kağnı gitmiyor, Şerife Bacı'dan da ses çıkmıyordu. Her şey durmuş, her şey donmuştu. Sessizliği kağnıda yorgana sarılı minik Elifin çığlıkları bozuyordu. Elif ağlıyordu ama ıssız yerlerde yapayalnızdı.
ANNE ŞEHİT, KIZI GAZİ OLDU
Çok geçmeden kışladaki nöbetçi askerler kağnıyı görüp koştular. Cemil Çavuş ve Rıfat Çavuş kışladan kağnıya doğru koşmaya başladılar. Kağnıya vardılar, mermilerin kenarına oturmuş Şerife Bacıyı gördüler. 'Bacım iyi misin?' diye seslendiler ama Şerife Bacı kaskatı kesilmişti. Yaşatmak için uğraştılar ama nafile... Şerife Bacı şehit olmuştu. Kışla Kumandanı Miralay Osman Bey, Şerife Bacı'nın yanına geldi. Görünce donakaldı, saygı duruşunda bulundu. Gözyaşlarına hakim olamadı. Dudaklarından şu sözler döküldü: 'Türk kadını dünyada emsali bulunmayan kahraman bir anadır. Arkadaşlarım, bu milli mücadeleyi kazanacağımızın en büyük işaretidir. Bakar mısınız, biri şehit ana, diğeri de bebekken gazi olan yavrusu...'
Türk kadının yüreği attığı sürece Cumhuriyet ilelebet payidar kalacaktır.
Nereden mi biliyorum. Hadi şimdi Kara Fatma ile tanış;
Ben Kara Fatma
Hatırladın mı beni.
İyice düşün hatırlayacaksın.
Esmerdim
Kara kaşlı kara gözlüydüm
Simsiyah bir elbise giyerdim.
Yada Simsiyah bir pantolon.
Çizmelerim simsiyahtı.
Tüfeğim simsiyahtı.
Kemerimde simsiyah kama vardı.
Kamçım simsiyahtı.
Atım bile simsiyahtı.
34 yaşındaydım.
Erzurumluydum.
Binbaşı eşimi Sarıkamışta kaybettim.
Hatırladın mı?
Erzurum kongresinde denk getirememiş, üç gün at sürerek Sivas Kongresine yetiştim, yolunu gözleyip Mustafa Kemalin Karşısına dikildim
At binerim, silah atarım bana iş ver dedim.
Adım Fatma Seherdi.
Tarihi sıfatımı Mustafa Kemal taktı. Keşke bütün kadınlar senin gibi olsa Kara Fatma dedi.
Elinin işi ile erkek işine karışma gibi cinsiyetçi yaklaşımlar Mustafa Kemalin ciddiye bile almadığı kavramlardı.
Kadının çoğu yerde insandan bile sayılmadığı dönemlerdi ama Mustafa Kemal için kadın erkek ayrımı yoktu. Yürek var mı ona bakıyordu.
Kendi el yazısı ile görev pusulası yazdı imzaladı.
İstanbula git, Üsküdarlı Kuvvacı albay Neşet beyi bul pusulayı ova ver dedi.
Gittim buldum, Pusulayı okuyan Neşet Beyin yönlendirmesiyle İzmit bölgesine görevlendirildim. Aralarında kendi kızımında olduğu 15 kadınla milis müfrezesi kurdum. İki ay geçti emrimdekilerin sayısı 700 kişiye yaklaşmıştı. 43 kadın 600 küsür erkeğin komutanıydım. Sadece Kara gözlü değildim Gözüm de karaydı.
İnönü'de Sakarya'da Savaştım. Yanımdaki kadınların 28 i şehit düştü.Kızım elinden vuruldu iki parmağı koptu. Ben sağ kolumdan yaralandım. Bir ara cephede sandıkları naklederken yakalandı esir düştü, 19 gün işkence gördüm, ama kaçmayı başardım.
Ben Kara Fatmaydım. Hatırladın mı? Anlatmış olmalılar. Okumuş olmalısın. Hatırladın mı?
Büyük taarruza katıldı.
9 Eylül'de İzmir'e giden süvarilerin arasındaydım
Milis çavus rütbesiyle başladım. Üsteğmen rütbesiyle ayrıldım.
İstiklal madalyası aldım.
Ben Kara Fatmaydım. Hatırladın mı?
Ben kara giyindim. Sen rengarenk giyin.
Sen özgürce dolaş.
Sen benim yerimde olsaydın güzel insan daha iyisini yapardın.
Ben 7 düvele meydan okudum.
Sen cehalete meydan oku.
Sorgulamadan inanmaya meydan oku. Şartsız koşulsuz birinin adamı olmaya meydan oku.
Kol kırılır yen içinde kalır'a meydan oku.
Okuma çağındaki kızların evlendirilmesine,
Tacize, tecavüze hep bir kulp bulunmasına meydan oku.
Beni bul. Beni anlat. Bilginle meydan oku.
Cumhuriyeti anla,
Başın açık olabilir, kapanmasını koru, kapalıysa açılmasını koru,
Sadece sana hizmet edeni değil, insanlığa hizmet edeni koru!
Fark et;
Özgürsün. Özgür kal. Özgürlük için oku.
Oku bak inanıyorsan iman ettim dediğin kitap ne diyor;
Nisa : 105
Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.