Nasıl Başladı?
Bir süredir kamuoyunun gündeminde barolar var. Esasen Ak Parti iktidarının son yıllarında zaman zaman barolarla ilgili değişiklik düşüncesi gündeme geldi.
Son günlerdeki tartışmanın ateşleyicisi Diyanet İşleri Başkanı Sn. Ali Erbaş'ın bir Cuma hutbesinde söylediği sözler ve bunun üzerine baroların yaptığı yazılı açıklamalar oldu. Öncelikle belirtmem gerekiyor ki Ankara Barosu'nun açıklaması ile diğer baroların yaptığı açıklamaları ayrı yere koymak lazım. Ankara Barosu'nun açıklamasında, karşı fikir beyanının ötesinde bir dilin kullanıldığını gördük. Din ve inançlara saygı bağlamında Ankara Barosu'nun açıklamasına katılmak mümkün değil.
Asıl meselemize geçmeden önce diğer bir not ise Diyanet İşleri Başkanı'nın açıklaması ile ilgili. Müslüman bilinç ve bakış açısının hoş görmediği ve reddettiği bir fiili Hz. Lût (a.s.) üzerinden kavramsallaştırmak ve 'lûtilik' demek müslümanları yaralayıcı olma potansiyelini barındırıyor.
Beyanat dilleri açısından olanı ve olması gerekenleri bir kenara bırakıp baroların ve avukatların nereden gelip nereye gittiklerine bir göz atalım.
Baroların ve Avukatlığın Gelişimi
Avukatlık mesleğinin başlangıcı Antik Yunan ve Roma medeniyetlerine dayandırılır. Nitekim 'Advo Catus' Yunanca'da 'üstün, ayrıcalıklı ve güzel konuşan' anlamlarına gelmektedir. İlk baronun Draca tarafından bundan 2500 yıl önce Atina'da kurulduğu söylenir.
Esasen tarih boyunca toplumlarda Avukatlık mesleğinin durumu ile insan hak ve özgürlükleri, insana verilen değer arasında bir ilişkinin olduğunu görürüz. Antik Çağ'da saygı gören avukatlar orta çağ karanlığında kalan Batı'da sivil toplumdan silindiler. Rönesansla birlikte tekrar avukatların su yüzüne çıktığı görüldü.
Bu ilişkinin temelinde yargılamaya verilen önem ve her bir yargılamada adalet arayışı olan toplumun avukatların işlevlerinden faydalanması yatar. Eğer tek bir masumun dahi mahkemelerde zulüm görmemesi hedeflenmişse avukatlara önem verilmiş; devletin işkenceyle de olsa birilerinin ağzından ikrar alması tercih edilmiş ise avukatlar bir kenara itilmiştir.
Ülkemizde avukatların öncülü olan dava vekilleri bir birliğe ve yasaya sahip olmadan önce yabancı avukatlar 'Bareau de Constantinople/İstanbul Barosu'nu kurmuşlar ve faaliyet göstermeye başlamışlardı. 1876 yılında 'Dava Vekilleri Nizamnamesi' yürürlüğe girmiş ve nizamname bir dava vekilleri cemiyeti öngörmüş olsa da Türk Avukatların modern manada kurumsallaşması cumhuriyet döneminin başlaması ve 03 Nisan 1924 tarihli ve 460 sayılı Muhamat Kanunu'nun meclisten çıkarılması ile oldu.
Türkiye'de avukatlığın yapısı kıta Avrupası örneklerine bakarak şekillendirildi. Bu noktada ilerideki yapılması muhtemel yeni bir avukatlık kanununda engizisyon faciasını yaşamamış İngiltere'deki avukatlık modelinin dikkatle incelenmesinin önem arz ettiğini düşündüğümü belirtmeliyim.
Bugün Ne Oluyor?
Yapılması planlanan mevzuat değişikliği üzerine çeşitli senaryolar konuşuluyor. Konuşulanlar arasında baroların seçim sistemini değiştirmekten çoklu baroların nasıl gerçekleştirileceğine dair ihtimaller ve daha fazlası var.
Üzerinde en çok konuşulan senaryo beş binden fazla avukatın olduğu şehirlerde en az iki bin üyeli yeni baroların kurulabilmesi…
Bazı baro başkanları ve yönetimlerinin fazlasıyla siyasileştiği ve avukat haklarını korumaktan çok kendilerine siyasi kariyer zemini hazırlama çabası içerisinde bulunduklarına dair eleştiriler belki haklı ancak bu eleştirilerin delmemesi gereken ilkeler var.
Öncelikle bütün baroların ve Türkiye Barolar Birliği'nin karşı olduğu çoklu baro fikrinin gündeme getirilmemesi gerekir. Avukatlık Kanunu ile ilgili bir değişikliğin avukatlara rağmen yapılacağını ummuyorum. Avukatlar ile ilgili kanunu, avukatlara rağmen yapmak ülkemiz adına onur kırıcı bir görüntü oluşturur. Kendisi de bir avukat olan Adalet Bakanı Sn. Abdülhamit Gül'ün çoklu baro fikrine karşı çıktığı kulislerde konuşuluyor. Kanaatimce çoklu baro halihazırda siyasileşmesinden şikayet edilen baroları daha da siyasileştirecek ve avukatları kamplara bölecektir.
Anayasal bir hak olan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullandırılmama çabasından dönülmesinde yaşanan gecikme, uluslararası camiada ülkemiz adına kötü bir fotoğraf verirken çoklu baro gibi bir başka olumsuz görüntünün ortaya çıkmayacağını umut ediyorum.
Son söz avukat olanlara, olamayanlara ve olmayanlara; kamu gücünü elinde bulunduran devlet ve vatandaş sık sık yargılamalarda karşı karşıya gelir. Bu karşılaşmada vatandaşın yanında olan biz avukatlar toplumla bağlarımızı kuvvetlendirmediğimiz ve mesleki konularda dayanışma içerisinde olmadığımız sürece yalnızlaşacağız. Avukatların yalnızlaşması ve güçsüzleşmesinin olumsuz yansımaları avukat olmayanlara da er ya da geç yansır. Yalnızlaşmamak için topluma yüzümüzü dönmeli ve toplumdan karşılık bulmalıyız. Toplumu oluşturan bireylerin bize olan güvenini tahkim etmeliyiz. Bunun için en büyük engel avukat olamayanlar (mesleği özümseyemeyenler). Tüm taraflar avukatların mesleki ve ahlaki yeterliliği için çabalamalılar.
Avukatlığa dair sorunların çözümünde toplumu oluşturan bireylere düşen temel görev ise kamusal güce karşı yalnız olduklarında yanlarında olacak başat aktörün avukatları olacağını unutmamak…