Şu günlerde halkımızın en önemli görevlerinden biri cumhuriyete ve aydınlığa sahip çıkmak olmalıdır. Aydın olma yolunda ilerlemeye çalışan bizler içinse tarihimizi ve cumhuriyetimizi bilmek önemli. İleriye doğru ilk sıçramanın yaşandığı o günlerde ne zorlukların yaşandığını sizlerle kısaca paylaşmak istiyorum.

1918 sonlarıydı ve 600 yıla damgasını vuran, hasta adam olarak anılan İmparatorluk artık ölüm döşeğindeydi. Dönemin padişahı Vahideddin'in eli kolu bağlıydı. Hükümet üstlendiği mesuliyetin gereğini yerine getiremez haldeydi. Talat, Enver ve Cemal Paşalar Karadeniz'in ötesine kaçmaya çalışıyorlardı. İtilaf donanması Çanakkale boğazını geçmiş, İstanbul Limanına demir atmıştı. Fransız generali Fatih'e nispet yaparcasına Rumların hediye ettiği beyaz atla şehre girmişti. Aynı anda Fransız orduları Suriye'den gelerek Adana'yı, İtalyanlar ise Antalya'yı işgale hazırlanıyorlardı. Devlet, antlaşmaların gereği her şeyi kabullenmeye hazırdı. Liderler ve bürokratlar Amerikan ve İngiliz mandaterliğini tartışıyorlardı. Umut tükenmek üzereydi ve müttefik kuvvetlerin donanma desteği ile Yunan orduları İzmir'e adım attı.

Halkın hüznü ve öfkesi gittikçe artıyordu. İzmir'de, Aydın'da, Manisa'da, Trakya'da ve bunun ardından tüm Anadolu'da yer yer mevzi çatışmalar baş gösteriyordu. Ancak bu yeterli değildi. Halkın bir araya getirilip örgütlenmesi ve adeta erimiş çelik misali akan bu kavganın soğutulup dövülmesi gerekiyordu. Bunun yapılması için soğuk kanlı ve çelikten sinirlere sahip önderlere ihtiyaç vardı. İşte tam o zaman, İzmir'in işgalinden sadece dört gün sonra, Samsun'a bir vapur demir attı. Vapurun ismi Bandırmaydı. İçindeyse ileride devrimin önderi olacak Mustafa Kemal vardı.

Mustafa Kemal'in gönlüne çok önceleri, Harbiye yıllarında düşmüştü Cumhuriyet sevdası ve o yıllarda başlamıştı mücadelesi. Abdülhamid'in baskısı altındaki yıllardı ve arkadaşları ile ilk gazetelerini o zaman çıkarmışlardı. 1908 devriminde kendini geri çekti siyasetten ve askerliğine yoğunlaştı. Gerçek devrime adım adım gitmekti düşüncesi. İlk görevi Şam'da emperyalistlerin alevlendirmesiyle ortaya çıkan Dürzi isyanını bastırmaktı. Balkanlar'da bir kere daha kanıtladı başarısını. Ve 1915'te Çanakkale'de gösterdi bütün hünerini, düşmanın İstanbul'a girmesine engel olarak. Öyle ki Vahideddin bile namağlup paşam benim demeye başladı ona sonraları. 1916'da Ruslardan Bitlis ve Muş'u geri aldı. 1917'de Yıldırım Orduları Komutanı oldu. Hastalığı olanca şiddetiyle devam ederken bile devam etti görevlerine. İtilaf devletlerinin İstanbul'a girişiyle o da döndü İstanbul'a ve her şey işte o zaman başladı. Dokuzuncu ordu müfettişliğini zorluklarla, kopararak aldı işbirlikçi hükümetin elinden ve sonrasında bütün yetkiler elinde Samsun'a ayak bastı.

Haziranda Ali Fuad, Rauf Orbay ve Refet Bele ile toplandı. Sonra Erzurum'da bulunan 15. Kolordu komutanı Kazım Karabekir'le temas kurdu. Ve bütün zorluklara rağmen 23 Temmuz 1919'da Erzurum Kongresini toplamayı başardı. Sivas Kongresinde ise bu sefer tüm ülkeden temsilciler geldi. Yine Amerikan mandaterliği atıldıysa da ortaya, bağımsızlık için misak-ı milli sınırları içinde silahlı mücadele kararı alındı. Hükümetin saldırıları ve haklarında fetva çıkarılmasına rağmen halkın gözünde meşruydular çünkü Yunanlılar ile mücadele halkın gözünde milli dava ile özdeş hale gelmişti. Artık Ankara'ya karşı mücadele vatana ihanetti.

Sonrası malumunuz İnönü zaferleri, Sakarya Meydan Muharebesi ve Dumlupınar. Önce Fransız ve İtalyanlar çekildi. Sonra Yunanlılar döküldü denize İzmir'den ve İngilizler kaçıp gitmek zorunda kaldı İstanbul'dan. Lozan süreci ise bir seneye yakın sürdü ve birinci dünya savaşından sonra hemen ayağa kalkmayı başaran tek ülke Türkiye oldu. 29 Ekim 1923'e gelindiğindeyse yepyeni bir ülke ve aydınlığı şiar edinmiş bir cumhuriyet doğdu.