O mercekli delik mesafesinden birleşiyor göz bebekleri. Oğlunun irisindeki hareler akıyor yaşlı kadının karanlık katmanlarından ve yerleşiyor yeniden ana rahmine.

Sorun neydi bir zamanlar? Şimdi neydi… Çok sevmesi mi onu… Aşırı… Bir kardeş verememesi oğluna… Kırklı yaşlarının sonunda çocuk yapmaya kalkışması? Kocasının erkenden Hakk'ın rahmetine kavuşması mı? İki yıl beraber yaşadığı eski sevgilisinin alkol tutkusu… 6 yaşına kadar oğluna bakıcılık yapan Gülendam'ın bilinçsizliği mi? Bir polis memuru olarak her gün eve istemeden taşıdığı, üniformasına son raddede sinen o iğrenç suç ve ceza kokusu…

Genetik? Rahmetli kocasının pejmürde ve gayet serseri bir dayısı vardı sözde, yurt dışına göçmüş gençken ve Latin Amerika ülkelerinden birinde izi yitirilmişti… Oğlan dayıya derlerdi ya…

Psikolojik? Bağımlı kişilik bozukluğu, psikopati, sosyopati… Ne psikiyatristlere götürmüştü onu, ne psikologlarla günler, haftalar, hatta yıllar boyunca debelenmişlerdi beraber…

Metafizik, ruhaniyet, tüm o güncel enerji şaklabanlıkları, yogalar ve hocalar, okutmalar, üfletmeler, o engin kuantum dünyası ve fizik ve daha daha onlarcası, yüzlercesi…

En sonunda erkenden emeklilik… Onunla daha yakından ilgilenmek, bebeklik günlerindeki gibi onu sarıp sarmalamak, yanlış ve yolunda gitmeyen her neyse bulup, tutup, kavrayıp onu, bir annenin bilgeliğinin doruk noktasını sergilemek olmuştu, son on yıl boyunca tüm meşgalesi ve tek emeli…

Ya şimdi? Apartman boşluğunda yankılanan o hayvan çığlığı?

Yaralı,

saldırgan,

aç,

tükenmiş,

nefesi kokuyor acı acı,

alnı ter içinde,

titriyor elleri,

sarsak ve meczup,

dışarıda bekliyor onu…

Bağırıyor, küfrediyor…

Sallanıyor ara sıra…

Aşağı atmasın kendini… Kadının aklı şaşıyor, beyni bulanıyor, yanakları alışık ıslanmaya…

Açmak geliyor içinden her zamanki gibi, kapısını, kalbini, yüreğini, en en en gizli mabetlerini, sonuna kadar, sonsuza dek, ölümüne de olsa… Çocuk on sekizini doldurmuş bugün, bir hafta evvel çıkmış ıslahevinden, evde kalamamış bir tek gün bile, yalvar yakar tüm parasını koparıp annesinin yine dalmış arkadaşlarıyla sefahat alemine… Üç gün sonra para suyunu çekip cebi boşalınca yeniden eve dönmüş tabii… Annenin 'Param yok' demesiyle koparmış tüm ipleri, yapışmış saçlarına kadının, tekme tokat bir arbede ve sonrası malum işte. Birkaç yüzük, bir hatıra bilezik koparılır bu sefer…

Ve şimdi yeniden kapıda oğlan, dışarıda ve büyümüş göz bebeklerini yapıştırıyor ikide bir kapının gözetleme deliğine…

O mercekli delik mesafesinden birleşiyor göz bebekleri. Oğlunun irisindeki hareler akıyor yaşlı kadının karanlık katmanlarından ve yerleşiyor yeniden ana rahmine. Bir tatmin duygusunun ardından, o hareler ince cam parçalarına dönüşüyor bir anda ve kadının rahmini delip karnının içine yayılıyor bin bir bıçak darbesi şeklinde… Bir hırıltı yükseliyor kadının boğazından ve çöktürüyor onu dizlerinin üstüne. İnce ve nazik bir başka nefes sesi beliriyor, kadının yere düşen kafasının ve gittikçe anlamsızlaşan ve boşluğa uzanan bakışlarının yanında. Pamuk misali patiler tarıyor ak düşmüş saçları, pembe bir dil yalıyor ağzından sızan salyaları…

Dışarıdan gelen sesler uzaklaşıyor aheste bir ahenkle ve ölen annenin ruhu takıp takıştırıp emsalsiz kanatlarını sızıyor o gözetleme deliğinden dışarı. Umudunu kaybetmiş, küfrede küfrede merdivenleri inmeye başlayan oğlunu sarıp sarmalıyor şefkatli kanatlarıyla bir daha asla ayrılmamacasına…

.

.

.

.

Kesif bir koku apartman boşluğunda… Bir çilingir ve polisler bahsi geçen kapının önünde… Gözetleme deliğinin bir anlamı yok artık. Aralanınca çilingirin müdahalesiyle malum mercekli kapı nihayet, anında fırlıyor aradan kanlı ve beyaz yumoş kedi sanki bir kaplan çevikliğiyle ve kayboluyor apartmanın loş merdivenlerinden aşağı doğru nerdeyse yuvarlanırcasına… İttiriliyor o kapı zorla, şişmiş yaşlı kadının naaşının ağırlığına meydan okuyarak ve tüm göz bebekleri, polislerinki ve çilingirinki ve meraklı komşularınki, birleşiyor yaşlı kadının oyulmuş ve kanlı ve bebeksiz göz çukurları ile…