Seksenlerin başı. Sonbahar. İki çocuk kaygısız keçiler misali hoplaya zıplaya iniyorlardı dik patikadan aşağı. En güzel günleri okulun onlar için. Bir iki ay sonra kar yağışı… Dondurucu soğuklar… Ayaklarını hissedemez olacaklar okula varana kadar. Kimi gün hiç gidemeyecekler. O gün akılları arkadaşlarında kalacak, toprak damlı evlerinin dar pencerelerinden dışarıyı seyredecekler, analarına ocak için tezek taşıyacaklar, tavukları besleyecekler…

İkisi de ikinci sınıfa başlamıştı. Ayşe, oğlandan irice, koyu kumral, uzun saçlı… Kendine güvenli, neşeli, genelde biraz önden koşturuyordu. Diğeri Civan, komşu evin en küçük oğlu, bir yaş küçük olduğundan, daha bir çelimsiz görünüyor, kızın adımlarına uymak için bayağı bir çaba harcıyordu. Okulda ve derslerinde Ayşe hep ona yardım ederdi zaten. Ayşe'nin halası ve büyük dayısıgil İstanbul'da yaşamaktaydı. Arada sırada tatillerde küçük kızı İstanbul'a gönderirlerdi. Bu son yazın ise belki tamamını orada geçirmişti. Dönüşünde neredeyse tanıyamayacaktı Ayşe'yi. Bir başkalaşmıştı. Konuşması, bakışları, halasının ve yengesinin aldığı kot montu, kırmızı rugan ayakkabıları… Ama ne çok özlemişlerdi birbirlerini… Ayşe sürekli İstanbul'da çok yakınlarında kurulan lunaparkı, oradaki büyük bakkalları, kalabalık gürültülü caddeleri anlatıyor, bir gün onunla beraber lunaparka gitmenin hayallerini kuruyordu. Korkmasına hiç gerek yoktu, dönme dolapta elini tutardı onun, aynen halasının kendisine yaptığı gibi. Çarpışan arabaya birlikte binerlerdi… Çocuk dünyası işte…

Köylerinden ilçeye inen kaygan ve tehlikeli yamaçları büyük bir ustalıkla kat ettiler yarım saat içinde. Yanakları al al, gözleri ışıl ışıl okul bahçesinde buldular kendilerini.

Gün her zamanki gibi İstiklal Marşı ile başlayacaktı. Sıralarına geçtiler hemen ve öğretmenleri yanlarında, çalan marşa eşlik etmeye başladılar. Daha doğrusu eşlik etmeye çalıştı birçoğu. Bir diğer çoğu ise maalesef 'mış gibi yapmak' durumunda kalırdı her zaman. Onlar birinci ve ikinci sınıf öğrencileri veya okula düzenli bir şekilde gönderilemeyen daha büyüklerdi. Çoğu Kürt kökenliydi. Evlerinde, köylerinde 'Türkçe' konuşulmazdı. Zaten birçoğunun anası da 'Türkçe' bilmezdi. Velhasıl bu çocukların 'Anadili' 'Kürtçe' idi. Okula başladıklarında sudan çıkmış balığa dönerdi her biri.

Yeni bir müdür atanmıştı bu sene ilçe okuluna. Etrafına tiksinircesine bir edayla bakıyor, cızırtıyla çalan teybin başında bekliyordu.

-…Çatma kurban oolayımmmm

Çehrenii ey nazlı hilallllll

Kahr…

Müdür teybi kapatmıştı. Bir iki çatlak ses de kesiliverdi anında. Çocukların yanında dikilen öğretmenler şaşkındı ve ne olduğunu anlamamışlardı. Yüce devletimizin saygıdeğer yetkilisi iki adımda Civan'ın başında bitmişti:

-Oku bakalım, dedi soğuk sesiyle.

-Gahramann…., gırımaaa…, cevaddd, kekeleyerek aklında kalanları sıralamaya çalışırken okkalı bir tokat sağ yanağının üzerinde kamçı misali şakladı.

-İkinci sınıfa geçmiş, daha marşımızdan bîhaber!

Sınıf öğretmenleri, toy ve idealist, Ayşen Hoca yaklaşmıştı hemen.

-Efendim, buranın koşullarında en iyisini…

-Kes, kes, diyerek böldü müdür öğretmenin lafını.

-Ötekine bakalım bir! Ayşe'yi hedef almıştı bu sefer. Sen oku bakayım. Herkes çok methetti seni. Gözleri dolu dolu, Civan'a atılan tokat yüreğinde patlayan kız çocuğu, başından sonuna ezgisiyle okudu İstiklal Marşı'nı:

Goorhma soonmez bu şafaghhh

Laaaarrdaaa yuzenn alsancaghhhhh

…..…miillatimındır ancaghhhhhh

Kademsiz bakışlı, insan sevgisinden yoksun adam:

-Hah, dedi diğer öğretmene yönelterek ruhsuz gözlerini. En iyisi de bu işte. Daha doğru düzgün konuşmayı öğretemiyoruz bunlara. Bakışları nefret doluydu.

-Vatan haini hepsi… Zemzemle yıkasan nafile… Üç gün sonra anarşist olacak hepsi…

XXXX

Silivri'de, 'görüşme odası'na girdiğinde, uzun kumral saçları toplanmış, bir eli ile alnı ve gözlerini kapamış endişe içinde bekleyen kadın kafasını kaldırdı ve:

-Hoş geldin Civan, dedi sıcacık bir gülümseme ile.

Şaşırdı önce tecrübeli avukat:

-Tanışıyor muyuz?

Sormak üzereydi ki Ayşe'nin buğulu gözleri cevapladı sözlere dökemediği tüm soruları:

-Evet Civan, ben Ayşe. Hemşerin, soydaşın, yoldaşın…

-Evet Civan, ben Ayşe. Çok mutluyduk çocukken, ama sonrasında, daima savaşmak zorunda kaldım. Ailemle, geleneğimle, erkeklerle, devletle…

-Evet Civan, ben Ayşe. Savaş devam ediyor. Tek silahımız var bizim. O da beynimiz, düşüncemiz. İkimiz çok iyi biliyoruz, en başından biliyoruz. Ama bunu artık herkesin anlaması lazım:

-BİZ VATAN HAİNİ DEĞİLİZ!

-Sadece…

-Vatanımızı 'SEVEN'iz.