Saygı değer okuyucularım.
Nasihat; insanın iyiliğini istemek, onu kötülüklerden korumak, işini kolaylaştırmak, insanlık onurunun zedelenmemesi için tehlikelerden uzaklaştırmak gibi anlamlara gelir. Dilimizde, öğüt olarak da kullanılmaktadır.
İnsan, toplu olarak yaşama durumunda olan bir varlıktır. Bir diğer ifade ile insan, yalnız başına yaşayamaz. Bu, onun hem acizliğinden, hem de, kendini yerine göre iyi yönetememesinden kaynaklanmaktadır. Varlıklar içerisinde böyle bir özelliğe sahip olan insanın, aynı zamanda diğer varlıklardan da üstünlüğü vardır. Onun bu üstünlüğü aklından gelmektedir. Aklı zorlayan başka etkenler de insanda bulunduğundan, yaşaması ve yaşantısını kolaylıkla sürdürmesi hayli zordur.
Bu zorluğu kolaylaştırmak için nasihat devreye girer. Nasihat, bir diğer insan tarafından yapılan sözle ya da tavırla olan bir yol gösterimidir. İnsan; şaşıracağı, yanılacağı ve de zarar göreceği noktada, bir diğer insan ona yardım ederse ve o da bu yardımı önemser ise zarar görmekten kurtulur.
Peki, o diğer insana nasihati kim yapacak ya da nereden bulacak?
Bu sorunun cevabını din verir. Din, ilk insan ile birlikte gelmiştir. Dolayısıyla din, insanı yalnız ibadetler konusunda değil, diğer konularda da, neler yapacağını ya da yapmayacağını bildirir. Onunu için 'Din nasihattir' .
'Müslüman olmayanlarda nasihat yok mu?' sorusu akla gelebilir. Tabi ki her millet ve din mensubu kendi inançları ve adetleri noktasında nasihatte bulunurlar. Ama son ve mükemmel din olan İslam'ın nasihatleri ile, onların nasihatleri uyuşmayabilir. Kaldı ki pek çok noktada bu böyledir.
Biz de, Müslüman olmamızdan dolayı kendi inancımız ve inancımıza bağlı örfümüz doğrultusunda nasihati sürekli olarak dilden düşürmemeliyiz. Zira biz, çekirdek aile denilen en küçük topluluktan, geniş aile denilen, en büyük topluluk olan millet ve ümmet inanıcı ile varlığımızı sürdürmekteyiz.
Bu nedenle ilk nasihat ailede başlar. Anne ve baba, dede ve nine ve ailenin diğer üyeleri, hem birbirlerini hem de küçükleri; inanma, ibadet, ahlak ve yaşama konularında sürekli nasihat ederler. Sonra bu komşulara, oradan da, ileriye doğru dalga halinde, karşılıklı sorumluluk şuuru ile devam eder gider. Bir kötülük, bir kötü görüldüğünde, öncelikli olarak onu görenler kendilerini suçlarlar 'Eğer biz görevimizi zamanında yapmış olsa idik, bu kötülüğü görmeyecektik, ya da bu insan kötü olmayacaktı' denilir.
Biz bu düşünce davranışını dinden alırız. Çünkü Allah Teala bizi birbirinizle 'Din Kardeşisiniz' demiş ve 'Kardeşlik örneklerini gösteriniz' diye emretmiştir. Peygamber (S.A.V)' de 'Birbirimizden mesul olduğumuzu' bildirmiştir. Bu açıdan, bizim millet olma ve din bütünlüğünü sağlama açısından en güçlü yönümüz nasihat olmuştur.
Bu, bilindiğinden dolayı, nasihatin zıttı olan 'karışmama' fikri, maalesef zamanımızda, güçlü bir etki olarak kendisini göstermeye başladı. Bu geleceğimiz açısından tehlikeli bir anlayış ve davranıştır.
Bu sebeple nasihati elden bırakmamalıyız. Zira son pişmanlığın fayda vermediği görülüyor.
Şeyh Edebali şöyle diyor: 'Üç kişiye acı; cahiller arasındaki dindara, zengin iken fakir düşene, hatırlı iken itibarını kaybedene'.
Mevlana' da şöyle diyor: ' Çok kimseler öğüt dinler, ama yalnız akıllılar bundan faydalanır.'
Yüce Mevla'mız da buyuruyor ki: 'Bu, sana, kendisi ile (insanları) uymaları için ve müminlere öğüt olarak indirilmiş bir kitaptır. Artık ondan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın.' (A'raf Suresi/2)
'Rabbinizden size indirilene uyun. Onu bırakıp başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.' (A'raf Suresi/3)
Sağlıcakla kalın.