Alışması mümkün değildi. Dört sene olmuştu o melun kazayı geçireli. Yarı baygın gözlerle süzdü yatağının başucunda oturan babasını.
-Yastığını kaldıralım mı biraz, diye sordu babası…
-Yok hayır, diye fısıldayabildi sadece.
-Susadın mı, bir bardak vereyim, çabuk iyileşirsin hem, diye eklerken gözlerini kaçırdı Baba.
-Annem yakında gelecek mi?
-Tabii oğlum, dedim ya sana Noel tatilini bekliyor, ne kaldı şurada, bir-bir buçuk ay en fazla…

Daha on yedi yaşındaydı oğlu. Burnunun direği sızlıyordu adamın, ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Kışa yakın bir sonbahar günüydü yine, hayatlarını sonsuza dek değiştiren o akşamki gibi serin bir sonbahar akşamı. Sobanın alevi cılızlaşmıştı, yandaki kovadan birkaç odunla besledi hemen. Canlanan alevlere bakarken, Cemil'in arkasında uçuşan sarı saçları yeniden canlandı gözünde, şimdikinden çok farklı, yuvarlak, dolgun yüz hatları, neşeyle parlayan cildi… Cemil büyüyememişti işte, ya da çok büyümüştü belki de. İstemeden… Ne kendisi ne ebeveynleri…

Oldum olası fakirlerdi. Okumak onların dağ köyünde büyük bir lükstü. Karısı da kendi de ergenlik döneminden itibaren ırgatlığa mahkûm idiler. Daha fazlası için ne görgüleri mevcuttu, ne bir üstün zekaları, ne de hırsları… Ama çalışkan ve dürüst insanlardı. Bu da günlük, mevsimlik tarla işlerinde tercih edilmelerine ve hiç işsiz kalmamalarına sebebiyet veriyordu. Üç beş kuruş biriktirince, damdan bozma bir ev almışlardı kendilerine. Tek bir çocukları vardı, bir güzel oğul ki dünyalara bedel… Sarışın, mavi gözlü, sevimli mi sevimli, 'şeytan tüyüne sahip' dedikleri cinsten, bir de üstüne üstlük çok zeki, yetenekli bir çocuktu Cemil. O sene 'Orta Üç' e geçmişti ve her zamanki gibi sınıf birincisi olmuştu.

-İnanmıyorum Baba, derken yeni satın aldığı ikinci el motosikletin hemen üzerine atlamış, gözleri sevinçle kısılmıştı, ağzı kulaklarına vardı varacak…

O yaz fırsat buldukça, baba-oğul şehre veya komşu köylere doğru kısa motor turları yapmışlar, acayip eğlenmişlerdi. Kaza sonrasında, beyninde sadece üç kare kaldı çakılı olarak, asla unutulmayacak… Biri karısı Fidan'ın motorla her çıkışlarında, kapının önünde onları uğurlarken gözlerine çöken endişeli ifade, biri kendisinin iri cüssesi ardında kaybolan Cemil'in aynada yansıyan ve arkasında uçuşan sarı saçları, bir diğeri ise beline sonsuz bir güvenle tutunan oğlunun taze gövdesinin sıcaklığı…

Cemil'in okulu iki-iki buçuk kilometre kadar uzaktaydı. Şimdiye kadar yürüdüğü yeterdi. Artık, en azından sabahları, onu motosikletle bırakmaya karar vermişti. Maalesef okula kadar götüremedi oğlunu, hatta okula bir daha hiç gidememesi ile sonuçlandı bu karar. Baba üç beş çizikle kendini kurtardı ama oğlu omurgasından yaralanmıştı.

Bir ay kadar yatırdılar şehirdeki devlet hastanesinde. Fidan hastanede çocukla kalıyor dolayısıyla çalışamıyor, baba da şehir ile köy arasında mekik dokurken, ne doğru dürüst para kazanabiliyor, ne de eline geçeni tutabiliyordu. Kısa sürede borç içinde kaldıklarının farkına vardılar. Cemil'i başka doktorlara da göstermek istiyorlardı ama bu iş için para lazımdı. Hastaneden eve bambaşka biri olarak döndü Cemil. Karamsar, içine kapanık, endişeli, huzursuz… İkinci el bir tekerlekli sandalye vermişlerdi ellerine. Annesi her gün önerildiği gibi bacaklarına-ayaklarına masaj yapıyor, özel hareketler yaptırıyor; hem de yataktan sandalyeye geçmesi için çocuğu ikna etmeye çalışıyordu. Fidan, günden güne oğluyla beraber mum gibi eriyordu.

Eve dönmelerinden sonra iki ay geçmişti. Karısı nihayet bir çare bulmuştu. Almancı bir uzak akrabaları yakın zamanda eşini kaybetmiş ve dört çocuğuyla gurbet elde naçar kalmıştı. Çocukların ikisi henüz bebek sayılırdı. Güvenilecek bir kadın arıyorlardı ve iyi para vereceklerdi. Kim bilir, belki o parayla Cemil'i en iyi doktorlara gösterebilirler, belki bir tedavi imkanı doğabilirdi. Baba:
-Hayır, dedi, olmaz, ancak sadece gözleriyle… Pekiyi, sen nasıl istersen, sözleri döküldü ağzından derin bir nefes aldıktan sonra… Ne kadar kalacaksın?
-Bilmiyorum, dedi kadın, ne kadar gerekirse…

İşte böyle gönderdi güzelim karısını yaban ellere. Gerçekten de kendi ülkesinde yüzünü göremeyecekleri paralar kazandı Fidan oralarda. Her ay düzenli para gönderiyordu. Baba, çocuğa gece gündüz bakarken, bir taraftan uzak yakın demeden doktor doktor gezdiriyordu Cemil'i. Altı ay sonra bir izin koparıp bir haftalığına geldi Fidan, karısı, sevdiği, oğlunun anası…

Baba oğul bir bayram havası yaşandı evlerinde. Yalnız çok değişmişti karısı. Sanki ondan asırlarca uzaklaşmıştı. Cemil'e uzun uzun sarılıp ağlamış, çok özlediğini söylemişti. Ama dönmesi gerektiğini söylemişti, en azından bir altı ay daha çalışmalıydı. Pes etmemek gerekirdi. Belki oğlunu ileride Almanya'ya bile götürebilirdi. Adam yıkamadı hayallerini karısının. 'Gitme artık, belli ki umut yok' diyemedi.

Bugün yarın derken bir yıl sonra çıkageldi yeniden Fidan. Bu sefer, bakıcılığını yaptığı en küçük kızı getirmişti yanında. Kız ona 'Anne' diyordu. O anda anladı Baba, karısını sonsuza kadar kaybettiğini. Zaten eskisi kadar bol para da göndermiyordu. Ne bir sitemde bulundu kadına, ne bir kötü söz çıktı ağzından. Göz göze gelmediler ve sessizce vedalaştılar yine hoşça kal dilekleriyle.

Son iki senedir gelmemişti Türkiye'ye. Arada bir para gönderiyordu sadece. İki üç kez de köy santralinden telefonla görüşmüşlerdi. Adam çalışmaya başlamıştı. Gündüzleri Cemil yalnız kalıyor ve durumu gün be gün daha kötüye gidiyordu. Ayaklarında ve kalçasında yaralar açılmıştı. Hatta bir seferinde ayağının topuğundaki yara kurtlanmıştı bile. Elinden geldiğince pansumanlarını aksatmamasına rağmen o bir köy insanıydı, elinden geleni öğretildiğince uygulamaya çalışıyordu işte.

-Annem yakında gelecek mi?
-Tabii oğlum, dedim ya sana yılbaşı tatilini bekliyor, ne kaldı şurada, bir-bir buçuk ay en fazla…
-Baba, senden bir şey isteyeceğim…
-Söyle oğlum.
-Şu halıyı kaldırsak ya, diye eliyle işaret etti yatağının dayandığı duvarda asılı halıyı.
-Neden ki Cemil? Soğuğu da kesiyor o bir miktar…
-Ya baba biliyorsun, eve bazen fare giriyor, o halıya tırmanıyorlar, korkuyorum üzerime çıkacaklar diye…
-Hallederiz Cemil, bir iki kapan da kurayım ben iyisi, diye cevapladı baba şefkat dolu sesiyle…
-Baba… , çocuk çökmüş avurtları ile birlikte karanlık gözlerini gizemli bir ifadeyle yöneltmişti babasına doğru. Ben sana bir şey göstereceğim.
Elini yastığının altına soktu ve bir gazete parçası çıkardı.
-Buna bir baksana baba. Benim gibi felçli hastaları ameliyatla tedavi ediyorlarmış artık… Polonya'da bir merkez varmış… Anneme de gelince gösteririz değil mi?
-Gösteririz oğlum.