Siyah, sade, şimdiki dosya çantalarına benzer, suni deriden mat bir çantaydı benimki: İlk okul çantam. Ne pembeli çiçekler, sevimli böcekler vardı üzerinde, ne bir marka adı, ne bir fosforlu yazı. O dönemlerde defter ve kitaplarımız da bir o kadar renksizdi. Şanslı olan erkek çocukları kitaplarını mavi kaplama kağıdı ile kaplarlardı, kızlar ise kırmızı ile… Sarı saman kağıdındandı defterlerimiz, kuşe kağıtları hak getire…
Okulun ilk günleri… Sakin, tek başına, anneannemin yumuşak kollarında bir fanus içinde geçirdiğim münzevi hayatım sona ermişti. Kıpır kıpır, renkli, çoğunluğu haşarı, yani bana göre haşarı yaşıtlarımla bir sınıfa doldurulmuştuk. Tabii ben de yavaş yavaş bu devinimden payımı alıyordum.
En arkadaki sıraya oturtulmuştum. İkili, üçlü sıralar ve sınıfın en yaramaz erkek çocukları denk gelmişti yanı başıma. Okul çantalarımızı her birimiz sıramızın sırtıyla kendimiz arasına, yani tam belimizin arkasına yerleştirirdik. Düzen böyleydi. Ders zili çalmıştı. Oturduğumuz en son sıranın arkasında, okul bahçesine bakan geniş bir pencere vardı. Yerlerimizi almıştık. Yandaki arkadaşlarım muziplik olsun diye birbirlerinin çantasını alıp yere koyuyorlardı. Tabii benim çantam da, bu yere atılan çantaların arasındaydı. İki üç kez çantamı yerden alıp arkama yerleştirdikten sonra, ben de yandakinin çantasını alıp yere attım. Yalnız, hayatımın ileriki dönemlerinde de yeniden yeniden yaşayacağım gibi, yaramazlık söz konusu olduğunda yakalanan hep ben olacaktım.
Aydın öğretmen sınıfa girdi. Gürültü kesildi. 'Sen' dedi, beni işaret ederek. 'Gel buraya'. Derse girmeden evvel, okul bahçesinde pencerenin önünden geçerken, benim arkadaşımın çantasını yere attığımı görmüştü.
Sessizce kalktım tahta önüne. Elinde uzun bir cetveli vardı. 'Dön arkanı' dedi. Döndüm. Cetvelin keskin tarafıyla baldırlarıma vurmaya başladı. Bir… İki… Üç, beş, altı…
Sadece kızardığımı hatırlıyorum. Hiç ağlamadım. Sınıfta ses çıkmıyordu. Tüm çocukları saran bu ürkünç ve edilgen sessizlik hiç bitmemecesine sürerken, kapı çalındı birden ve hemen akabinde okul müdürü yanında bir müfettiş ile içeri girdi. Müdür şaşkınlığını örtmeye çalışarak,
-Aydın Bey, dedi, biz de sınıfınızı ziyarete gelmiştik.
Aydın Öğretmen, bozuntuya vermeden, 'yerine geç' dedi bana. Bir ay gibi bir süre sonrasında Aydın Bey okuldan uzaklaştırılmıştı. Nejla Öğretmen gelmişti yerine. Yıllar belki on yıllar içinde, o beni ilk sınıfımın içinde bir kuş boğazlarcasına döven adamın önce boyu posu devrildi gözlerimden. Sonra donuk mavi gözleri eridi, aktı gitti hafızamın sislerinde… Her nedense Aydın isminde hiç kimseyi tanımadım ve tanımak da istemem hala. Siyah çantam da olmasın isterim. Bir tek iki baldırımın derisinde silinmiş olsa da o morluklar, derinlerinde yer yer sızlar hala o bölgelerim.