Herkesten farklı olduklarını zannettiler ama herkes gibi bir tatil yaptılar aslında.
Poz verdiler defalarca…
Herkes gibi…
Sadece kısa bir mola…
Kendilerinin veya o koca kıtanın tarihinde neye yaradığı bilinmez ama Afrika'ya ilk kez ayak basmışlardı bir kere. Tehlikeli safariler, uçsuz bucaksız çöller, devasa piramitler görsel kodlarında, zencilerin tamtamları kulaklarında indiler Casablanca'ya. Güneşin doğuşunu iki saat erken karşılamanın ve havalimanının kendi ülkelerine göre daha iptidai fiziksel koşullarının dışında herhangi bir varış noktası idi burası, herkesin vardığı herhangi bir varış noktası.
Aylar evvel kiralanan otomobillerine bindiler beş kişi: bir genç karı koca, bir kart karı koca ve bu ikiliyi tanıştıran ve bir araya getiren otuzlu yaşlardaki genç kadın. Planlar ve hazırlıklar çok önceden yapılmıştı. O gün yolda geçecekti, ülkenin en kuzeyine doğru ve Tanca daha doğrusu Cebelitarık'tı ulaşılmak istenen nokta: Akdeniz ve Atlas Okyanusu'nu birleştiren kanal. Sert Okyanus rüzgarı çarptı yüzlerine. Bir kısmı İspanya kıyılarına yöneltti bakışlarını, bir kısmı Amerika'ya, ürperdi tüyleri ve oralara ayak basacakları anın hayalinde dalgalandı saçları.
Çok yorulmalarına rağmen devam etmek zorundaydılar, gece konaklaması başka bir şehirde planlanmıştı çünkü: Şafşavan. Hava kararmak üzereydi 'maviliğiyle ünlü' şehre vardıklarında. Valizleriyle nasıl yerleştiklerini bilemediler kiraladıkları eski ve bakımsız daireye. Nasıl uyuduklarını ise hiç anlamadılar hatta sızmak denilebilir onlarınkine.
İki çifti buluşturan otuzlu yaşlardaki kadın uyandı ilkin ertesi sabah ve evin terasına çıkarak, ilk o karşılaştı tümden maviye boyanmış dağ kentinin kuşbaşı manzarasıyla. Birkaç beyaz bulut sabah sisi görünümünde süslerken panoramayı, tanıdık bir ezan sesi hatırlattı yine Müslüman bir ülkede olduklarını. Keyifle bir sigara yaktı ve iki üç kez içine çektikten sonra aşağı inerek uyandırdı diğerlerini.
Yanlarında özellikle getirdikleri bildik ve tanıdık kumanyayla alelacele bir kahvaltı yaptılar ve toparlanıp çıktılar evden valizleriyle birlikte. Günlerden Şahşavan Günü'ydü. Mavi-beyaz dar sokakların arasında kayboldular herkes gibi. Resim çektiler, resim çektirdiler. Yine herkes gibi…
Çok oyalanmadılar orada da. Fes El-Bali'ydi yeni istikametleri. İçinde binlerce dar sokak barındıran, hala eski usullerle üretim yapılan deri tabakhanelerini barındıran, surlarla çevrili dev eski şehir. Akşama doğru anca varmışlardı. İlk buldukları kapıdan içeri daldılar ve anında kayboldular dar ve pis kokulu sokaklarda öngörülebileceği gibi. Panik olmalarına ramak kala, on bir on iki yaşlarında bir arap çocuğu yanaştı yanlarına. Belli alışık benzerlerine, rehberlik etmeyi teklif etti dili döndüğünce. Bizimkiler tedirgin anca çaresiz kabul ettiler güler yüzlü çocuğun teklifini. Tabakhane meydanına vardıklarında koku dayanılmaz bir hal almıştı. Bir kanaldan bu ilkel sanayi bölgesinin pis ve bulanık suyu akıyordu. Meydanın etrafında aynen sokaklar misali çok dar ve iki üç katlı dükkanlar vardı. Bunlardan birine götürdü çocuk onları. Dükkan sahipleri kokudan buruşmuş yüzleri görünce hemen birer demet nane tutuşturdu yabancıların eline, herkese yaptıkları gibi. Her yer deri doluydu, ceketler, çantalar, cüzdanlar. İki kat yukarı çıktıklarında genişçe bir teras ile karşılaştılar. Genç karı koca çok memnun olmadı durumdan. Akşam olduğundan yetişilememişti mesai vaktine. Bloglardan veya gezginlerin videolarından izlemişlerdi deri işçilerinin boya ve kimyevi maddelerle dolu o büyük havuzlarda debelenmelerini, rengarenk, hareketli. Arka fon hareketsiz ve eksik kalacaktı bu seferlik. Onlar poz verirken diğerleri ucuza bir şeyler kapabilme derdindeydi. Ama pek cazip gelmedi fiyatlar, koku da canlarına tak dedirtmişti aslında. Yine de çocuğu tekrar alarak yanlarına başka birkaç dükkanı daha gezdiler. Hava kararmaya yüz tutmuştu, çıkma zamanı gelmişti bu labirentten, hepsi hemfikirdi. Çocuk ise onları teslim aldığı noktaya gelince, durdu aniden. Daha fazla eşlik edemeyeceğini söyledi. Bahşişini verdiler hemen ve kapıya kadar gelmesini rica ettiler ama boşa bir çabaydı onlarınki. Neyse ki ne tarafa doğru gideceklerini işaret ederek kayboldu ortadan rehberleri. Kalabalık bir grup olmanın ve de yabancı dil bilmenin avantajına rağmen on beş yirmi dakika dolandılar bir çıkış kapısı bulana dek. Yöresel bir akşam yemeği sonrası derin bir uykuyu hak etmişlerdi yeni dairelerinde.
Ertesi gün yine bir uzun yol bekliyordu onları. Apar topar ayrıldılar eski şehirden, okyanus kıyısına doğru. Essaouria veya Suvayr Limanı unutamayacağı yerlerden biri olacaktı yaşı geçkin kadının. Hiç öylesi büyük bir balıkçı limanı görmemişti ki kendisi aslında deniz kenarında bir balık pazarının dibinde büyümüştü. Belki yüzlerce tekne, belki yüzbinlerce martı, her yanda balık tezgahları, şiddetli bir güneş, sert bir rüzgar… Teknelerin hepsi mavi, martıların hepsi çok iri, midyelerin bin bir çeşidi, karidesler, kalamarlar, belgesellerde görülen iri vatozlar, mürenler, ismini bilemediği deniz yaratıkları, balık ağları, balık ağları, balık ağları… Kadının o hafta yazması gereken hikayeyi feda etmesine değerdi işte o liman veya O sadece öyle hissetti.
Hemen bir karışım tarttırdılar kendilerine ve unutmayı seçip seçkin hijyen kurallarını, sözde yıkanmasını yeterli buldular denizden yeni çıktığı belli taze besinlerin, akabinde yanda pişirttiler hazırlanan malzemeyi. Karınlarını doyurduktan sonra, 'sanat şehri' olarak anılan kenti dolaştılar sakince. 'Mazı' ağacından yapılan orijinal heykeller, Afrika kokulu resimler, Müslüman ve Arap kültürüne özgü işlemeli deri terlikler, ürünlerini ederlerinin kimi zaman on katına yutturmaya çalışan araplar, zenciler… Kayboldular bir kez daha ama bu sefer Suvayr'ın Eski Şehri'nin surları arasında, bir gecelik yeni dairelerine ulaşmadan önce.
Ertesi sabah 'Agadir' yolundaydılar. Bakalım Fas'ın yaz turizminde hit olan bu kentinde onları neler bekliyordu. Oteller, büyük sahiller, daha modern ve lüks görünümlü apartmanlar… Anlaşılan sadece turistlerin tatil bölgesi değildi bu şehir. Kalburüstü Fas sosyetesinin yazlık mekanlarını da barındırıyordu modern kent. Yine surlarla çevrilmiş bir eski kent, çöl usulü buymuş yani, yine bir eski şehir meydanı ve ara sokaklar. Yalnız güneye indikçe daha bir hareketli ve renkli olmaya başladı eski meydanlar. Akşamları öbek öbek toplanıyor insanlar, kimileri arap asıllı, ut benzeri bir çalgı bir iki adet, ortada bir iki kadın oynuyor ara sıra, arabesk-sanat müziği arası melodiler; güneyden gelen zenciler üç beş grup oluşturuyorlar etrafta, vurmalı çalgıları ağırlıkta onların, ritim tutuyorlar ısrarla, bir çeşit kafa tutuyorlar sanki, dünyada gelişme olarak addedilen her şeye, basit bir ritimle, basitçe…
Marakeş'e iki gece ayrılmıştı diğerlerinden farklı olarak. Hem gezilecek çok yer vardı orada, hem de dönmeden evvel bir nefes alınması planlanmıştı. Majorelle Bahçesi, Bahia Sarayı, Berberi Müzesi'ne girdiler tek tek. Gece geç vakitlere kadar Jemaa el-fnaa Meydanı ve eski şehrin altını üstüne getirdiler yine.
Son gün gelip çattı ne kadar çabuk geçtiğini anlayamadan. Toplamışlardı tüm eşyalarını geceden ve sabah erkenden Casablanca'ya doğru yola çıktılar. 2. Hasan Camii, görülmeyi hak ediyordu 'Dünyanın En Büyük İkinci Camiisi' olma ünvanı ile. Okyanus kenarında kurulu devasa yapı gerçekten çok ihtişamlıydı. Muhteşem camiinin üzerindeki mozaik fayans, tahta oyma, taş oyma ve tahta boyama işleri kim bilir hangi sefil ortamlarda üretilmişti. Bu albenisine kapıldığımız şaşaalı süslemeler, belki binlerce zanaatçının emekçi ellerini sömürmüş, yaşamını harcamıştı.
Son durak, 'Rick's Cafe' oldu havalimanına varmadan önce. Ingrid Bergman 'play it again Sam' diye tekrarladı buğulu gözleriyle bir sürü ekrandan. 'Casablanca' filmini seyretmemiş olsalar da gençler uyum gösterdi yaşlılara ve 1942'den beri orijinal olarak korunmuş, filmin geçtiği barda, bir iki saat kadar oyalandılar. Böylece Fas'ta alkollü bir mekanı ziyaret etme ayrıcalığına da kavuşmuş oldular.
Havalimanına girer girmez taktılar 'corona' maskelerini yeniden gelirken yaptıkları gibi, sözde korunmak amaçlı yeni nesil öldürücü virüsten.
Hasıl-ı kelam,
herkesten farklı olduklarını zannettiler ama herkes gibi bir tatil yaptılar aslında.
Poz verdiler defalarca…
Herkes gibi…
Sadece kısa bir mola…