'Konuş benimle!

Hiç kimseye söylemeden buna ne kadar daha katlanabilirim?

Bir gün?

Bir hafta?

Bir ay?

Kendim için mi üzüleyim yoksa onlar için mi?'

Bu cümlelerle başladı film.

'Söğüt Ağacı' adlı bir İran filminin bile isteye içine düştüm.

Aylardır etkisi hala içimde diyebileceğim bir film izlememiştim.

Kör bir adamın, filmin ilk kısımlarında bir kaç ağaç ve bir evden oluşan hayatını cennet diye adlandırdığı, hamd ve şükür dolu, sevgi ve şikayetsizlik dolu hayatının gerçekçi anlatımını soluğumu tutarak izledim. Hele bir sahne vardı ki kör adamın hayatını kolaylaştıran eşi için söylediği bir cümle: 'Meleklerin cennette olduğunu sanırdım!'. Oysa, bir kadın görülmekten ve sevilmekten başka ne isterdi ki…

Yusuf, bir edebiyat profesörüdür. Bir kaza sonrası sekiz yaşında kör olmuştur. Hayatı üniversitede verdiği mesnevi üzerine derslerle, öğrencileri ve evi arasında geçen bir süreğenlik üzeredir.

Küçük bir kızı vardır adı Meryem. Ve eşi Rüya, en büyük destekçisidir. Asla ezici olmayan bir yardım anlayışı ile sahip olduğu en büyük şükrüdür Yusuf'un.

Yusuf'un evinde kocaman bir kütüphanesi vardır ve bu kütüphanede en özel yer mesneviye aittir. Mevlana ve Şems, içinde kocaman bir dünyadır. Bir gün, Beril alfabesiyle ikinci bir şans daha istediği bir mektup yazar Allah'a. Ve onu mesnevinin içine koyar. Hayatı o günden sonra bambaşka bir seyir içre olacaktır artık.

Derken, Yusuf'un sağlığı gün geçtikçe kötüleşmeye başlar.
Gözünde bir tümör vardır ve hayatını büsbütün tehdit etmektedir.

Yaşamak ve daha kötü yaşamak ya da daha şükür içre yaşamak arasında bir seçimdir her şey Yusuf için. İçinde tüm bu duyguların şaha kalktığı bir gün de bir söğüt ağacının dibinde oturur ve der ki Allah'a:

' Ben Yusuf.

Yarattığın bütün güzelliklerden mahrum olup asla şikayet etmeyen kişi!

Eğer, bana ikinci bir şans daha verirsen, hep seninle yürüyeceğim!'

Sonrasında bir umut ışığı doğar onun için.

Yakınlarının yardımıyla Paris'te bir hastaneye yatar.

Yapılan onca testin ve incelemenin ardından tümörün iyi huylu olduğu ve hatta Yusuf için az da olsa görebilme umudu olduğu söylenir.

Nihayetinde o küçücük umut gerçeğe dönüşür.

Ameliyat sonrası bandajlarının açılacağı sabahı bile bekleyemez Yusuf. Meraktan yatağına yatamaz. Dokunmakla dokunmamak arası el hareketleri bandajların üzerinde gider gelir. Fakat görme arzusu, görebilme merakı onu rahat bırakmaz. Açıverir bandajını…

Önce loş bir ışıktır.

Sonra, pencere kenarında yavaş yavaş gezinen ve ağzında evine yiyecek taşıyan bir karıncadır gördüğü.

Nihayetinde görmektedir ve kendine ikinci bir şans, çok istediği o şans verilmiştir.

Dayanamaz Yusuf ve kendini hastanenin koridorlarına bırakır, sevinç gözyaşları dökülmektedir gözünden…

Paris'te ki bu şifa sonrası, ülkesine döndüğünde, havaalanında onu üniversiteden arkadaşları, öğrencileri ve ailesinin de içinde olduğu bir kalabalık karşılar. Herkes kendisine el sallamaktadır.

Annesi, eşi, çocuğu, öğrencileri ve bir akrabasının kızı olan güzel Peri!

Gözleri onca insan arasında sık sık Peri'ye takılır.

Fakat annesinin yolcu ederken ona verdiği muska sayesinde onca insan arasında onu bulur ve ona doğru yönelir. Annesinin yanında olan kızı Meryem'e ve eşine de dünya gözüyle ilk kez bakar.

Eve dönüş yolu boyunca bindikleri taksi içinde peri de vardır ve sürekli Yusuf'un fotoğraflarını çekmektedir. Ve Yusuf'un gözleri ister istemez Peri'yi görmektedir.

………

Evde aydınlık ilk akşamı Yusuf'un.

Koltukta ellerini nereye koyacağını bilemeyen bir kadın oturmaktadır, Yusuf'un gözlerinin hapsinde. Ve konuştuğunda:

'Elbiselerini değiştirmeyecek misin?' diyen, bir sestir artık Yusuf. Odada beğenilmeyi isteyen fakat beğenilmediğini hisseden Rüya ve beğeniden uzak bir Yusuf vardır artık.

Filmin bundan sonrasında belki de en gerçekçi olan sahneler geliyor. Ama ben umuda aşık, güzel ve iyi beklentisi çok olan biri olarak bir hayal kırıklığı olarak yorumluyorum sonrasını, tıpkı gerçek hayattaki gibi.

Tahmin ettiniz zaten.

Yusuf içten içe Peri'ye karşı bir aşk büyütür içinde.

Yaşı çok geçkince bir adamın, oldukça genç birine karşı duyduğu ilgi eşinin gözünden kaçmaz nihayetinde. Çocuğunu da alıp bir müddet sonra ailesinin yanına döner Rüya.

Bir yalnızlıktır artık Yusuf'un bundan sonraki yazgısı.

Ve gerçekte, isyanın bayrağının açıldığı, 'Kendi hayatımı yaşamak istiyorum!' bağırtılarının anne kalbini deldiği an da değişmiştir her şey.

Annesi de yoktur artık hayatında Yusuf'un.


Peri mi?

O hiç yoktur ve hiç olmayacaktır.

Kısacası,

' Ben Yusuf.

Yarattığın bütün güzelliklerden mahrum olup asla şikayet etmeyen kişi

Eğer bana ikinci bir şans daha verirsen hep seninle yürüyeceğim!' diyen Yusuf, ikinci şansı niçin istediğini unutmuştur.

Unutmak!

Ah o unutmak…

Ve Yusuf'un sonrası, eskisinden de koyu bir karanlıktır.